• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Gelecek Partisinden Serap Yazıcı, Erdoğan’ı ve hükümeti eleştirirken bakın meseleye nereden yaklaşıyor:

“Türkiye'de tek sorunlardan biri keyfi tutuklamalar. Ve bunların uzun sürmesi, ifade hürriyetinin ihlal edilmesi. Pek çok muhalif figürün suç işlememiş olmasına rağmen hürriyetlerinden mahrum kalmaları. Bunun iki örneği Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş. Uluslararası camiadaki taahhütlerimize uymuş olsaydık ne Demirtaş ne Kavala ve ne benzerleri içeride olacaktı.”

Hukukun herkes için eşit oranda işlememesinden, sosyal medya hukukunun yönlendiriciliğinden, suçun şahsiliğinin dikkate alınmamasından şikâyet ediliyorsa hak veririm; ama maalesef bakış açısı son derece sakat.

“Suç işlememiş muhaliflerin hürriyetlerinden yoksun bırakıldığını” söylerken örnek olarak Kavala ve Demirtaş’ı vermek sadece hukuku değil insanlığı da paspasa çevirmekten başka bir şey değildir.

Kızıl Soros lakaplı ve hem burjuva hem de Marksist kimliğiyle kendini gösteren, küresel istihbarat ağlarıyla karanlık temasları konuşulan Osman Kavala’nın ne kadar suçlu olduğu konusuna girmeyeyim. Ama hukukçu kimliğiyle Serap Yazıcı’nın hem Gezi hem de 15 Temmuz girişiminde ismi zikredilen ve ağır silahlarla insanların katledildiği, ağaç bahane edilerek büyük tahribatın yapıldığı ve “Dolmabahçe’de başbakanlık ofisi” basılarak hükümetin düştüğü algısı oluşturulmak istenen olayları hiç gündemine almadığı anlaşılıyor.

Demirtaş konusu ise tam bir facia…

Diğer bütün söylemlerini bir tarafa bırakarak sadece bir konuyu değerlendirelim.

Açıkça kameralar önünde halkı sokağa davet eden ve neticesinde 51 kişinin ölmesi, çok sayıda kişinin yaralanması, parti binalarına, resmi kurumlara, ambulanslara yönelik büyük bir tahribatın gerçekleştiği 6-8 Ekim olaylarının 1 numaralı suçlusu Demirtaş değilse kimdir?

Evet, hukuk herkes için lazımdır; ama hukukun suçsuzları tespiti kadar suçluları da deşifre edip hak ettikleri karşılığı vermesi gerekmiyor mu?

Bir de şu sözler var ki, daha baştan bazılarına isim ve konumlarından, küresel sistem içindeki mevkilerinden dolayı hukuki ayırımcılık yapılması gerektiğini ifade etme anlamına geliyor ki, bu daha da büyük bir faciadır.

“Uluslararası camiadaki taahhütlerimize uymuş olsaydık ne Demirtaş ne Kavala ve ne benzerleri içeride olacaktı.”

Uluslararası camia denilen ABD ve Avrupa’nın işgalci Siyonist çetenin tüm işgal, ilhak, cinayet ve mabetlere yönelik insanlık dışı saldırıları karşısında ya sesini çıkarmadığı ya da açıkça işgalci teröristlere destek verdiğini göz önünde bulundurarak yukarıdaki cümleyi ve “taahhütleri” bir daha değerlendirmek gerekir.

ABD ve AB hem Kavala’nın hem de Demirtaş’ın serbest bırakılmasını istiyor ve Gelecek Partili Serap Yazıcı, Kur’an yakılmasına “kanuni hak” diyen bu hukuksuz düzenbazların sözcülüğünü yapıyor.

Mesele bundan ibarettir.

AKLI ALMIYORMUŞ!

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, herhalde masa ittifakının en fanatik üyesi. Hükümete getirdiği eleştirilerin şiddetini bir tek Kılıçdaroğlu’nda görmek mümkün.

Sadece iktidarı değil, kendileriyle beraber olmayan muhalefeti de topa tutuyor Karamollaoğlu.

PKK çizgisinde siyaset yapanların “Öcalan serbest kalacak” şeklindeki sözlerine de Kandil’in savaş baronlarının masaya akıl vermesine de ses çıkarmıyor; ama Muharrem İnce’ye öfkeleniyor.

Memleket Partisi genel başkanının cumhurbaşkanı adayı olmasına tepki göstererek, "AKP’ye destek veriyorsan çık söyle. Bu AKP’nin işine yarayan bir adım. Aklım almıyor" açıklamasında bulunuyor.

Şimdi burada benim de anlamadığım bir şeyler var.

Muharrem İnce, CHP içerisinde Kılıçdaroğlu’na karşı aday olduğu için tasfiye edildi ve o da ayrı bir parti kurdu.

Yani İnce’nin asıl ve ilk hedefi normalde Kılıçdaroğlu’dur; ancak cumhurbaşkanlığı yarışında Erdoğan ile de yarışacak.

Yani bir siyasetçinin aday olması neden AKP’nin lehine olsun? Karamollaoğlu, İnce’yi neden masaya ihanet etmiş gibi görüyor?

Belki de CHP’den tasfiye edilen Atatürkçülerin AK Parti saflarına katılmaması için siyaset yapıyor Muharrem İnce.

Hepsi bir yana…

Karamollaoğlu, İnce’nin adaylığı için “aklım almıyor” diyor ya, benim de Karamollaoğlu’nun Milli Görüş partisi olan Saadet seçmenini “altı ok”a oy vermeye davet etmesini aklım almıyor.

Sahi Milli Görüş’ün temel felsefesi Kemalizm’in tahribatlarına karşı çıkmak ve halkın inanç değerlerine uygun bir yönetim modeli oluşturmak değil miydi?

Merhum Erbakan’ın 1973’te Ecevit’in CHP’si ile koalisyon kurmasını örnek göstererek Kılıçdaroğlu’na destek verilmesini haklı çıkarmaya çalışanlar fena halde yanılıyor.

Koalisyon 2 parti arasındaydı ve CHP’nin tutumu temel ilkeler anlamında rahatsızlık sebebi olsaydı koalisyon bozulabilir ve hükümet düşebilirdi.

Yani Ecevit’i başbakan yapan MSP, istediği anda onu düşürebilirdi.

Şimdiki durum aynı değil.

Kılıçdaroğlu’nu seçtiren bir Karamollaoğlu, yarın “artık destek vermiyorum” dediğinde bunun hiçbir etkisi olmaz.

BİR GÜN BİLE YETMEZ

Ekrem İmamoğlu, seçim turuna çıktı.

Daha başında yaptığı konuşmalarla İstanbulluların başına örülen çorabı tüm memleketin başına örmeye kararlı olduğu izlenimini verdi.

Mesela şunları söyledi:

“14 Mayıs’ta 86 milyon insan onlara bay bay diyecek, hadi evinize dinlenmeye”

Erdoğan’ın eleştirilerine de cevap verdi:

“Neymiş ‘çivi bile çakmamış’ diyor bana; bak bak bak… Ben de diyorum ki bir gün beni davet et anlatayım. Sorun yok anlatırım ama bir gün bile yetmez hizmetlerimi anlatmaya.”

Açık söyleyeyim, Devlet Bahçeli bile bu hesap karşısında “pes” demiştir.

Öyle ya Türkiye’de oy kullanabilecek kişi sayısı 60 milyon civarında. Bunun yaklaşık 5 milyonu kullanmıyor, kaldı 55 milyon. 86 milyonun desteği için yüzde 150 gibi bir oy alması lazım.

“Ben sadece oy verenleri değil de tüm halkı kastettim” diyorsa eğer bu da son derece mantıksız bir söz çünkü, ne olursa olsun CHP’ye oy vermeyecek milyonlarca insan var bu memlekette.

Gelelim Erdoğan’a anlatmakla bitiremeyeceği hizmetlere…

Metrolar mı yaptın? Toplu taşımayı mı ucuzlattın? Kar yağdığında ve insanlar saatlerce yolda kaldığında sen iş makinası eşliğinde balıkçıya gitmeyi mi reddettin? Namus sözü vermene rağmen binlerce kişinin işine son mu vermedin? Yenikapı’da normal araçları makam aracı diye sergilerken çok daha pahalı makam araçları mı almadın? Arıtma tesisinin yapılmasına engel mi olmadın?

Biz senin bir hizmetini görmedik. Aksine yapılan hizmetleri bile baltaladığını gördük.

Şimdi Belediyede hizmet ile meşgul olacağına seçim çalışmalarına gidiyorsun.

Ha tatil yerleri ile ilgili uzun uzun şeyler anlatabilirsin ve bu da bir günden fazla sürebilir.

DEVLET DENEYİMİ

Mustafa Sarıgül de CHP listelerinden aday gösterilince Kılıçdaroğlu güzellemelerine başladı.

Sarıgül, "Türkiye'nin, demokratik parlamenter sisteme dönmesi lazım. Sayın Kılıçdaroğlu, uzlaşmacı kişiliği, demokrat tavrı ve devlet deneyimiyle parlamenter sisteme geçiş için en uygun adaydır. Bu nedenle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kılıçdaroğlu'nu destekleyeceğimizi ilan ettik." diye açıklama yaptı.

Üç özelliğini sayıyor Kılıçdaroğlu’nun ve bundan dolayı en uygun aday olduğunu iddia ediyor.

Ne imiş bakalım bu üç özelliğe:

Uzlaşmacı kişilik

Demokrat tavır

Devlet deneyimi

“Uzlaşmacı kişilik” ile ilgili tespit eğer 6’lı masa ile ilgili ise pek mantıklı bir tespit değil.

Meral Akşener’e masada “Aday benim ve diğer herkes kabul etti, sen de et” diyen bir Kılıçdaroğlu portresinden söz ediyoruz.

Akşener’in zehir zemberek sözler söyleyip masadan kalkmasından sonra ne ile karşılaştığı ise belki çok sonraları ortaya çıkacak bir şey.

İddialar hem şantajın hem de tehditlerin söz konusu olduğu, küresel aktörlerin, okyanus ötesinin devreye girdiği yönünde.

Ama yine de uzlaşmacı bir kişilik öyle değil mi?

Bir de “Demokrat tavır” vardı.

Biz o demokrat tavrı ettiği hakaretlerden dolayı ödemek zorunda kaldığı tazminatlardan biliyoruz. Tıpış tıpış demokrasi zihniyetinden biliyoruz. HÜDA PAR’a yönelik mesnetsiz iddialarından biliyoruz.

Yaptıklarının yapacaklarına teminat olduğunu bildiğimiz için şimdiki şirin görünme çabalarının sadece “köprüden geçinceye kadar” olduğunu düşünüyoruz.

Bir de “devlet deneyimi” meselesi var.

Sanırım Mustafa Sarıgül yaptığı tik tok videolarının etkisini üzerinden atamamış ve bunu söylerken bir komiklik yapayım demiştir.

Yoksa bunun bir izahı yok!

Girdiği 10 tane seçimi kaybeden ve siyasi hayatında hiç iktidar yüzü görmeyen biri nasıl “devlet deneyimine” sahip olabilir?

Eğer Sarıgül bu sözü sarf ederken Kılıçdaroğlu’nun SSK genel müdürlüğü yaptığı dönemi kast ediyorsa burada çaktırmadan bir kara mizah yapmaya çalıştığını da düşünebilirim.

Herhalde SSK tarihinin en kötü yöneticisi unvanını hak edebilecek biri için “devlet deneyimine sahip” demek komiklik yapma amaçlıysa rahatsız edici bir komiklik, değilse ve devleti de o şekilde yönetecekse Sarıgül bile bile bir vekillik için faciaya methiyeler diziyor demektir.