• DOLAR 32.504
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...

HDP eski eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, HDP ve PKK arasında bağ kuranlara itiraz etmiş ve şunları söylemiş: "PKK eşittir HDP' diyenler hem yanılıyorlar hem de yanıltıyorlar. HDP, destek aldığı kitleler dışında hiç kimseyi temsil etmez, edemez. Hele silahlı bir yapıyı hiç temsil etmez. Onun siyasi kolu veya uzantısı da değildir."

Mahkemelerde de buna benzer açıklamaları sık sık yapıyor Demirtaş.

Söylediklerine kendisi de inanmıyor ya neyse…

Biz savcı değiliz; ama Demirtaş’a bazı sorular sormak istiyoruz.

Kendisi bir televizyon kanalında “HDP, sayın Öcalan’ın projesidir. Kendisi 20 yılını bu işe vermiştir. HDP’nin benim şahsımda başarılı olması onu neden rahatsız etsin?” demişti.

Öcalan, PKK’nin başındaki isimdir ve “kendi projesi” olan bir parti ile arasında hiçbir bağ yok mudur? Hem de tam 20 yılını bu işe vermiş!

HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ da bir konuşmasında şunları söylemişti: “Sırtımızı YPJ'ye, YPG'ye ve PYD'ye yaslıyoruz.”

Figen Yüksekdağ, halka değil de doğrudan doğruya örgüt ismi vererek kime sırtlarını yasladıklarını söylediğinde Demirtaş neden itiraz etmemiş ve “Hayır, bizim silahlı örgütlerle işimiz yok, biz siyasi bir partiyiz” demedi?

Demirtaş 13 Kasım 2012 günü açlık grevi yapanları ziyaret için gittiği Mardin'de “Biz daha önder Apo'nun heykelini dikeceğiz heykelini" diye konuşmuştu.

Bir siyasi hareketin başındaki kişi neden bir silahlı örgüt liderinin heykelini dikmeyi vadeder? Yoksa Öcalan’ın silahlı mücadele veren PKK’nin başındaki kişi olduğunu bilmiyor muydu?

7 Ekim 2015 tarihinde bir gazeteciye konuşan Demirtaş “PKK’li cenazesine katılmayan vekile soruşturma açarım” demişti.

Mesela neden “Biz cenazeye ve taziyeye önem veririz, buna önem vermeyen ve cenazelere katılmayan vekile soruşturma açarız” demiyor da “PKK’li cenazesi” vurgusu yapıyor?

Şimdi siz “bunları herkes biliyor” diyeceksiniz; ama zaten ben de soruları size değil de Demirtaş’a sormuştum. Siyasi lider pozisyonundaki kişi neden cesurca ortaya çıkıp da “siyasi savunma” yapmaz ve “Evet, PKK ile bağımız var” demez?

Sanırım soruları neden sorduğum anlaşılmıştır.

YÜZÜ HİÇ KIZARMIYOR

Eskilerin güzel bir benzetmesi vardır:

“Kendi gözündeki merteği görmez de elin gözündeki çöpü görür” diye.

Maalesef insanda adalet duygusu ve vicdan dediğimiz şey kalmayınca başkasını eleştirme adına başvurmayacağı yol kalmaz.

Mesela…

Barış Yarkadaş, Mevlüt Çavuşoğlu'nun kızının düğün töreni diye video paylaşmış.

Videoda gösteriş ve şaşaa zirvedeymiş.

Ama işte bazen gerçeğin erkenden ortaya çıkması gibi bir durum yaşanabiliyor.

Yarkadaş'ın paylaştığı video CHP Alanya İlçe Başkan Yardımcısı'nın düğün törenine aitmiş!

Hükümet çevrelerinde de gösteriş ve israfın zirve yaptığı tören ve etkinlikler yapılıyor ve elbette bu eleştirilmelidir.

Hele bir de bunca ekonomik sıkıntının konuşulduğu bir dönemde bu israfa varan harcamalar devlet imkanlarıyla yapılıyorsa bu sadece bir çirkinlik değil aynı zamanda suç olarak da kabul edilmelidir.

Bu tip etkinlikler halkın gözüne sokularak yapıldığında ise zaten bir siyasi bedeli de olmaktadır.

Ama Yarkadaş gibilerinin yaptığı israf ve gösterişi eleştirmek değil, bunun üzerinden siyasi bir rant elde etme çabasıdır.

Yarkadaş’ın bundan önce yalanlanan o kadar çok iddiası var ki, bunlar bir araya toplansa ciddi bir yekûn tutar.

Her yalandan sonra da sanki bir şey olmamış gibi çıkıp yeni iddialarda bulunmaya devam ediyor.

Yüzü hiç kızarmıyor.

Bu tipler için nasıl bir tanımlama yapılabilir, bilemiyorum.

DERHAL SINIRDIŞI

10 ülkenin büyükelçisi ortak bir bildiri ile Türkiye’ye çağrıda bulunmuştu.

Mesele “Kızıl Soros” olarak adlandırılan Osman Kavala’nın cezaevinde tutulmasıydı.

Bildiride şöyle demişlerdi:

“Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda Büyükelçilikleri olarak Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleriyle ve milli kanunlarıyla uyumlu şekilde, bu davanın adil ve hızlı biçimde sonuçlandırılması gerektiği kanısındayız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu husustaki kararları doğrultusunda Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiye’ye çağrıda bulunuyoruz.”

Dışişleri Bakanlığı, bu 10 büyükelçiyi çağırıp uyarıda bulundu; ama eğer ortada ciddi bir devlet varsa bunların “istenmeyen adam” ilan edilmesi ya da “sınır dışı” edilmeleri gerekiyor.

Hayır, Türkiye’nin yargı sisteminin iyi işlediğini, adalete riayet ettiğini ya da bağımsız olduğunu iddia etmiyorum. Aksine sistemin şimdi değil cumhuriyetin kuruluşundan beri sağlıklı işlemediğini, siyasi kararlar verdiğini düşünüyorum.

Ama bu zaten dünyanın her yerinde böyle değil mi?

Fakat mesela bu 10 ülkenin 9’u kalkıp yerel ve uluslararası bütün hukuk kurallarını hiçe sayan Guantanamo sisteminden ya da adaletin zerresini barındırmayan Afiya Sıddıki’nin esaretinden dolayı Amerika’ya “derhal bırakılmaları gerekir” diye bir çağrıda bulunabilirler mi?

İnsan hakları mahkemelerinin ya da insan hakları örgütlerinin bu konularda çağrıda bulunmasının anlaşılabilir tarafları vardır; ama büyükelçilerin değil!

Büyükelçilerin görevleri bellidir.

‘Büyükelçi, diğer ülkelerde ülkelerini temsil eden en üst düzeyde diplomatlara denir. Büyükelçi olarak görevlendirilen bu kişilerin ilk ve en önemli amacı iki ülke arasında ilişkilerin sakin ve stabil kalmasını sağlamaktır. Bununla beraber görevlendirildikleri ülkelerde yaşanabilecek ekonomik ve politik gelişmeleri de kendi ülkesine bildirir. Büyükelçilik görevlileri bulundukları ülkede kendi vatandaşları ile ilgili siyasi, hukuki ve ticari konularda hükümetler ile iletişim içerisinde olur, vatandaşlarının haklarını savunurlar.’

Osman Kavala, bu 10 ülkeden birinin vatandaşı değildir. Bu yüzden de adil olsun ya da olmasın başka ülke diplomatlarının bir yargılamaya müdahil olup “derhal” diyerek talimat vermeye kalkışması yetki ve görev aşımı anlamına gelir ki, bunun karşılığı da yaptırımı da olmalıdır.