• DOLAR 32.528
  • EURO 34.755
  • ALTIN 2490.428
  • ...

Gazete yazarlarını tararken birkaçından derleme yaptım.

Paylaşıp kısa birer yorum yapayım diyorum.

Ahmet Hakan, Hürriyet’te iç siyasetten bir örnek vererek etrafa “mavi boncuk” dağıtmaya çalışmış:

“Trabzon Havalimanı’nda...

Soylu’yu karşılamaya gelenler de var.

İmamoğlu’nu karşılamaya gelenler de var.

Soylu, İmamoğlu’nu karşılamaya gelenlerin arasından geçerek havalimanını terk ederken...

İmamoğlu taraftarlarından biri, Soylu’nun yüzüne karşı şöyle diyor:

 “Akıllı ol Süleyman Soylu.”

Süleyman Soylu da bunun üzerine durup şu karşılığı veriyor:

 “Artistlik yapma.”

Darp yok, itme yok, kakma yok, gözaltı yok, tutuklama yok, karakola çekmek yok, korumaların müdahalesi yok.

Hah! İşte bu!

Tam da bu!

Burası İçişleri Bakanı’nın yüzüne karşı “Akıllı ol” denebilen ve bu dendiği için de başa hiçbir şey gelmeyen bir ülke olmalıdır.”

Soylu ile ilgili alan “mayınlı” ve A. Hakan bunu iyi biliyor.

CHP adayı ile ilgili ise yaptığı programdan dolayı “yeni mahallesinden” ağır tepkiler aldı.

Şimdilerde “tehlikesiz polemiklerle” ilgilenme,

Sakin sularda yelken açıp karadaki fırtınanın dinmesini bekleme zamanı.

Yoksa malzeme istemediğin kadar çok…

Yani A. Hakan CHP adayının esnafla olan ve hiç de kibar olmayan diyaloğu konusunda da yukarıda sarf ettiği sözleri söyleyebilir mi?

***

Mustafa Karaalioğlu, Karar’da bunları yazdı:

Yine de başımıza gelenlerin dış güçlerin bir oyunu olduğunu düşünmek istiyorsak, problem yok buna inanabiliriz. Hatta, bir açıdan bakıldığında böyle bir yaklaşım doğrudur da. Zira “dış güçler” yani; bizim büyüme için, köprü, yol, alt geçit, havaalanı yapabilmek, sağlık ve sigorta sistemimizi finanse edebilmek ya da gurur duyduğumuz savunma sanayimizi güçlendirebilmek için ihtiyacımız olan parayı temin eden ülkeler veya onların dev finans kurumları “oyun”u böyle oynarlar. Türkiye’nin istikrar içinde olmasını ve hukuki güvenilirliğe sahip olmasını şart koşarlar. Bu şartı sadece bize değil bizimle aynı ligde yarışan ülkelere, Brezilya, Güney Afrika, Meksika, Arjantin gibi dış kaynağa ihtiyaç duyan bütün ülkelere de “dayatırlar.” Sebebi çok basittir… Paralarının ülke içinde şeffaf dolaşımını, karanlık sokaklarda kaybolmamasını isterler ki vadesinde geri alabilsinler.”

Karaalioğlu’nu okuyanlar Avrupa’nın tek derdinin hukuk ve demokrasi olduğunu, adamların sadece “güvenli kazanç” peşinde olduğunu düşünebilir.

Tabii bu arada Türkiye ve dünya gerçeklerine gözlerini kapatmaları şartıyla…

Fransa’da gazeteciler “devlet sırrı” olarak kabul edilen silah satışını gündeme getirdikleri için sorgulanıp tehdit edilirler,

Almanya, sırf kıyafetlerinden dolayı Müslümanlara terörist muamelesi yapan polislere sahip çıkar,

Sadece aşırı sağcılar değil, merkez sağ ve kimi solcular da bağıra bağıra “Müslüman Türkiye”nin AB’ye üye olamayacağını, “imtiyazlı ortaklık” fikrinin en iyisi olduğunu ve Türkiye’nin buna razı olması gerektiğini söylerler,

Mülteci tekneleri batırılır, göçmenler kamplarda aç bırakılır, fişlenir ve aşağılanır,

Türkiye’ye mültecileri tutması karşılığında para teklif edilir; ama bu söze de riayet edilmez…

Ama tabii Karaalioğlu muhtemelen bu tip konuları “tekil” ve “banal” örnekler olarak değerlendirir.

 

***

Haşmet Babaoğlu, Sabah’ta Türkiye’deki sol mantığa ayar vermeye, yüzlerine ayna tutmaya devam ediyor:

“Durmadan toplum bilimlerini yüceltip toplumdan hiç çakmamak...

Üç beş arkadaşını mahalle, mahalleyi memleket saymak...

Günümüz solculuğunu işte bu hastalıklar perişan edip zemininden kopardı ve her türden alçak tezgahın oyuncağı haline getirdi.

Bundan sonra da toparlanması zor.

Anlattığım şeyin en net ifadesini Gezi olaylarını yeniden değerlendirmeye kalkışan solcularda bir kez daha gördük...

Kendilerini emek ve sınıf dinamikleri üzerinden temellendiremediklerini; "beyaz burjuva" taleplerini süslemekten öteye gidemediklerini, zihinlerinin Batı'nın neo-kolonyalistlerine çoktan teslim olduğunu bir kez daha anladık.

Bağırıp çağırmaları ve şiddetli sloganları onları "uyuşturmak"tan öteye gitmiyor.

Düşünün...

Göklere çıkardıkları Gezi hareketi Türkiye'nin en güçlü patronları tarafından kucaklanmış...

Burjuvazi onlara otel, hastane açmış, bedava internet servisi sağlamış, ideolojik açıdan destek çıkmış, eylemcilerin şerefine her gece kadeh kaldırılmış...

Bunları bilmeyen var mı? Yok!

Ama üzerinden 6 yıl geçtikten sonra solcularımız eski teranelerine geri döndüler tabii.

Şimdi kalkmış, "Gezi ile sermaye arasındaki çatışma"dan bahsediyorlar.

Yetmiyor, Gezi'nin "devasa bir halk hareketi" olduğunu iddia etmekten utanıp sıkılmıyorlar.

İflah olmaz bir yalancılık ve aymazlık!”

Doğrusu uzun zamandır “sol piyasada” bu meselenin, yani “sermaye destekli romantik devrimciliğin” bir muhasebesinin yapılmasını bekliyordum; ama boşuna beklemişim.

Suriye’de Amerikan şemsiyesi altında bir “sol mücadeleyi” gördükten sonra “pes” dedim.

Hele de son seçim sürecinde milliyetçiliğin en keskin tonlarıyla ittifak kurabilen bir sol için ne söylenebilir ki?

Kusura bakmasınlar; ama biz meseleyi onların kavramlarıyla ifade edip “revizyonizm” ile “sosyal faşizm” ile izah etme niyetinde değiliz.

Sırf siyasi rant amacıyla inanmadığı Allah’a el açıp dua pozisyonu almanın bizdeki tanımı “münafıklık”tır, başka bir şey değil.

Siz ister bunun önüne “siyasi” ifadesini eklersiniz, ister “akidevi” ifadesini eklersiniz, karışmam.