• DOLAR 32.331
  • EURO 35.052
  • ALTIN 2282.233
  • ...

Halihazırda Libya’da çatışan iki güç var. Bunlar uluslararası meşruiyete sahip olan Ulusal Mutabakat Hükümeti ve Darbeci General Halife Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu şeklinde adlandırılıyorlar.

Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti, BM’de meşru güç olarak tanınmasıyla birlikte açıkça Türkiye ve Katar tarafından destekleniyor. Ellerindeki silahların büyük oranda Türkiye ve Katar’dan gönderildiği söyleniyor.

Libya Ulusal Ordusu, Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi ile meşruiyet kazanmaya çalışıyor ve Rusya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Fransa tarafından destek görüyor.

Hafter, aldığı silah desteği ile birlikte toplama bir güç oluşturmuş. Silahlı unsurları ağırlıklı olarak milis kuvvetler oluşturuyor. Bünyesinde yaklaşık 25-40 bin milis güce sahip olduğu düşünülüyor; ama bunların sadece 10 bini Libyalılardan oluşuyor. Geriye kalanlar paralı Rus askerleri, Suudi Arabistan destekli tekfirci Medhali milisler, Kaddafi yanlısı silahlı birlikler, Sudan’dan maaş karşılığı getirilenler, Çadlı çeteler ve Tuareg kabilelerinin milislerinden oluşuyor.

Libya nüfusunun büyük bölümü UMH’nin kontrolündeki bölgelerde yaşarken, çöller ve kıyıların bir kısmı Hafter’in kontrolünde. Petrol bölgeleri Hafter’in eline geçse bile meşruiyeti olmadığı için petrol satıp para kazanamıyor. Petrol satıldığında para Trablus hükümetinin hesabına yatıyor.

Rusya, Akdeniz’de söz sahibi olabilmek ve petrolden pay alabilmek için Libya’da bulunurken, Mısır, BAE ve Suudi’nin asıl hedefi UMH’yi kontrolünde tutan İhvan’ın devrilmesi.

Türkiye’nin de en önemli gündem maddelerinden biri Libya.

Meselenin hem Akdeniz hem de Kuzey Afrika boyutu var.

Yunanistan, Mısır, Kıbrıs Rum yönetimi ve Siyonist çetenin yaptığı anlaşmalar Akdeniz’de Türkiye’nin hapsedilmesi anlamına geliyordu. Mesele petrol ve doğalgaz arama amaçlı konsorsiyumdan çok fazlasıydı. Türkiye buna karşı yapılan anlaşmaları kabul etmediğini söyleyip arama gemileri gönderdi. Olaya Amerika ve İngiltere’nin de dahil olmasıyla kritik bir sürece girildi. İşte tam o sıralarda Türkiye’nin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile yaptığı anlaşma Akdeniz’de dengeleri değiştirdi. Türkiye’nin eli güçlendi.

Öte yandan Türkiye açısından Kuzey Afrika’daki zemin oldukça kaygan. Tunus’ta seçimlere rağmen belirsizlik var. Cezayir’de Buteflika’nın çekilmesini sağlayan gösterilerden sonra ordunun denetim ve gözetiminde yapılan seçimleri yine “Buteflika siyasi çizgisi” kazandı. Cezayir’de askeri bürokrasinin Fransa’ya olan yakınlığına rağmen Hafter’e olan karşıtlığı biliniyor. Mısır’da darbeci Sisi, Amerika’nın desteğiyle koltukta oturuyor; ama her an satılabileceğinin de farkına vardığı için Rusya’ya da yanaşıyor. Hafter’e açık askeri destek vererek iyi bir “piyon” olduğunu ispatlamaya çalışıyor; ama bu her an devrilebileceği gerçeğini değiştirmiyor. Sudan’daki darbe sonrası oluşturulan hükümetin ikide bir Batı’ya ve Körfez’e sıcak mesajlar göndermesi Türkiye için sıkıntı oluşturuyor.

Hafter’i destekleyen koalisyon bir tarafta ittifaklar oluşturup ortak adımlar atma telaşındayken öte tarafta Trablus hükümetini devirip Türkiye’nin yaptığı anlaşmayı işlevsizleştirme çabasına giriştiler.

Şimdi Türkiye’nin gündeminde “Libya’ya asker gönderme tezkeresi” var. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, siyasi partileri bilgilendirme turuna çıktı; ama CHP’nin açıklamaları tezkereye karşı olduklarını netleştirdi. CHP bir tarafta “AKP cihadistlere destek veriyor” iddiasını ortaya atarken diğer tarafta “Libya çöllerinde ne işimiz var” diyor. Hafter’in “seküler” olduğu gerekçesiyle desteklenmesi gerektiğini söyleyen CHP’lilerin “uzun sakallı” Medhalileri görmemesi de oldukça ilginç.

UMH’nin İhvan’a yakın durmasından Mısır, BAE ve Suudi’nin rahatsız olması anlaşılır bir şey; ama Türkiye’deki muhalefetin bundan dolayı diktatörlüklere sahip çıkması ve Akdeniz’i gözden çıkarması anlaşılması oldukça zor bir durum.

Bu arada bazı medya organlarında Suriye Milli Ordusu’na bağlı bazı askerlerin Türkiye tarafından Libya’ya götürüleceğine dair iddialar var. İdlip ağır bombardıman altındayken böyle bir girişim siyasi, kültürel ve askeri açıdan tam bir facia olur.

Meselenin gerçekliği ya da mahiyeti hakkında bilgi vermeyen Dışişlerinin, olayın vahametinden haberi olduğunu sanmıyorum.

Yazarın Diğer Yazıları