• DOLAR 32.519
  • EURO 34.799
  • ALTIN 2421.491
  • ...
Bir kitapta, Allah yolundaki bir Müslüman`ın işkence sebebiyle son nefeslerini verdiği sırada söylediği “Bunca yıl ibadet yaptım ama imanın tadını şimdi tattım” sözleri, uzun süre beni etkilemiş ve tefekküre sevk etmişti.
İmanın tadı ne demek? İman nasıl tadılır? Biz şu anda imanın tadına vardık mı? O halde...
 
Bir kanaate vardım ki, birçoğumuz imanı şu an “koklamakla” meşgul... Çünkü Allah için imanımızı pratiğe dökecek, şekillendirecek bir zaman, mekân ve imtihanlarla karşılaşmadık. Yaptığımız sınırlı ibadetleri bu anlamda değerlendirebiliriz ama büyük imtihanlarla baş başa kaldığımızda vereceğimiz imani refleksler yanında çok cılız kalır. Bugün günde beş vakit namaz kılana sanki çok acayip, mucizevî bir şey yapıyormuş gibi muamele edilir. “Falancanın kızı ya da oğlu namaz kılıyormuş, Kur`an okuyormuş, şöyleymiş, böyleymiş...” gibi övgüleri tezimize şahid ederek, böyle olmasının sebeplerinin olduğunu da teslim edelim. Yani; herkes namaz kılsa, herhalde bu tür söylemler olmaz, her neyse...
 
Evet, Peygamberler ve izlerini takip edenlerin fisebilillah çektikleri sıkıntı ve uğradıkları musibetlerin çoğunu yaşamadık ki, imanımızın tadına varalım ve onu ölçelim... Koklamak daha çok soyut bir iştir. Tatmak ise hareket ister. Mecazi değil, gerçek anlamda düşünelim. Yemeği koklamak için ekstra bir iş yapmaya gerek yok, burnumuz zaten gayri ihtiyari o vazifeyi üstlenmiş. Ama o yemeği tatmak için somut birtakım hareketlerde bulunmamız lazım ki, lezzeti hâsıl olsun...
 
Demek ki imanı tatmak, bazı somut hareketler ister. Zindan, muhacerat ve şehadet bu somut hareketlerin toplamıdır...
Koku alma duyusu iyi olanlar; yani imanı hakkıyla benimsemiş kimseler, uğradıkları bir imtihanda imanından bir pay çıkarır; ya sabreder, ya şükreder ama hep sebat eder de imanını tadar. İmanı sapasağlam yerinde durduğu için de son derece lezzet alır. Ama imanı kök salmamış kişiler, bu yolda tökezleyen ilk bahtsızlardan olurlar. Çünkü onlar hem imanın lezzetinden doğan huzuru hem de gelecekte kendisini bekleyen mükâfatı (cenneti) kaybetmişlerdir. İki dünyadan da tad alamamak ne acı! 
 
Allah-u Teâlâ imanını yeni elde etmiş bir insanı hemen büyük musibetlerle sınamaz. Çünkü imanını önce tanıması, sevmesi, koruması ve kollaması lazımdır. Bir yemeğin kokusunu almadan, yeme işlemi de olmaz, lezzet vermez. İmtihan zamanında imanın da bir geçmişi olması lazımdır ki koku ile tad bütünleşip lezzetin doruğuna yükselsin. Yemek iyice pişecek, demlenecek daha sonra tadına bakılacaktır elbette... İşte o zaman zindan gülistan, şehadet saadet ve hicret de rahmet olacaktır biiznillah...
 
İnsanın kendine özgü yapısıyla ve zaaflarıyla imtihanı çok zordur. Örneğin; aç kalması, özgürlüğün kısıtlanması, evladını ya da bir sevdiğini kaybetmesi, zulme uğraması vs... Bu gibi durumlara katlanmak zor olduğu gibi, isyansız katlanıldığı takdirde, iman birebir devreye girip yönlendirdiği için mükemmel bir “mümin” reaksiyonları meydana getirir. İman işte o zaman belli olur. Serdengeçti ruh, isteklerde sabır, arzularda fedakârlık ve ahirete erteleme hasletleri, işte o zaman gün yüzüne çıkar. 
 
İslam`ın herhangi bir farizasını rahatlıkla ve zahmetsizce yerine getirip bununla yetinen ve fazlasını çok gören insanları düşünelim, ne kadar da çoktur! Peki ya her şeye “hazırım” diyen fedakâr Müslümanların kaçta kaçı imtihanlar karşısında imanını devreye sokup tad alabiliyor?
 
O halde ne yapmalıyız?
 
Şu an imanın kokusunu alıyorsak, bilelim ki yakında tadını alma dönemi de gelecektir. Yani kokladığımız bir yemeğe “buyur ye!” teklifi aldığımız gibi, şu ilahi uyarıya da muhatap olduğumuzu unutmayalım : “İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece ‘iman ettik` demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebut 2)
 
İmanın tadını tatmak için, kokusunu iyice hazmedip sevmek, heybemizi itinayla doldurmak, “semi`na” dan sonra hiç duraksamadan “we eta`na” da demek ve sonra yolumuza tuzaklanmış dikenlere aldırmadan dosdoğru yürümemiz gerekir. İman bir nimettir hem de en büyük nimet. En büyük nimetin külfeti de o oranda büyük olur. 
 
İman bir sorumluluktur... Haydi bunun devamını da değerli bir Şehid`e bırakalım ve bitirelim:
“Elbette İslam davasını omuzlamanın bir bedelinin olduğunu takdir edip kabul etmek lazımdır. Sorumluluğa razı olmak -hele hele talip olmak- bireysel olarak bazı şeylerden yoksun olmayı bazı zorluklara ve zahmetlere katlanmayı beraberinde getirir. Bu zorluklar, zahmetler, mahrumiyetler sırf o sorumluluğun karşılığı, fiyatı ve pahasıdır. Ayrıca o sorumluluğu ifa ederken o makama layık bir şekilde davranmak için de bir bedel ödemek gerekecektir. Ancak ondan sonradır ki, Allah-u Teâlâ o sorumluluğa talip olmak için yapılan yatırımı, o konuma sahip olduktan sonra en iyi şekilde temsil etmek için gösterilen çabanın zor olmasının karşılığını hem dünyada hem de ahirette verir.”
 
Dünyadaki karşılık bellidir: İmanın tadı ve dolayısıyla Efendimiz`in (s.a.v) “Müminin haline şaşarım...” dediği sabır ve şükür arasındaki karlı, huzurlu bir hayat... Razı olduğumuz Allah`ı razı ettikten sonra cennetteki nimetlerden faydalanmak... Allah yolunda can verenlerin, son anlarındaki mütebessim çehrelerini hatırlayın! Dünyadan tad alarak gitmenin uhrevi resimleridir, onların çehreleri...   Rabbim layıkıyla bizlere de nasip etsin... 
 
Vesselam, veddua...