• DOLAR 32.336
  • EURO 35.16
  • ALTIN 2306.15
  • ...
SON DAKİKA

Hayatımızı kararttılar. Bizim tek sığındığımız yer ilahi adalettir.”

Bu ifadeler; canlarını, mallarını Allah yolunda vermekten çekinmeyen müminlerin annelerine veya eşlerine ait değil.

Bu sözlerin sahibi, düzmece dijital-sahte belgelerle zindanlara tıktırılan ve yirmi yılı aşkındır özgürlükleri ellerinden alınan mazlumlar değil.

Bu serzeniş, ömürlerini zindanda geçirip orada hastalıklara müptela olarak hayatlarını kaybeden veya onların acılı eşlerine, evlatlarına ait değil.

Bu sözler; Kutlu Doğum etkinliği düzenledikleri, fakir fukaralara yardım ettikleri, Filistinli şehitler için gıyabi cenaze namazı kıldırdıkları için onlarca yıl cezalandırılan Elazığlı, Adıyamanlı, Adanalı, Diyarbakırlı, İstanbullu Müslümanların analarına, eşlerine ait değil.

Aksine bu sözler,

Şu anda bu ülkede gözyaşı döken ne kadar mümin varsa hepsinin dolaylı veya direk müsebbibi olan komutanların eşlerine, annelerine, çocuklarına ait.

Evet, Balyoz davasından yargılananların cezalarının Yargıtay`da onaylanmasından sonra o komutanların eşleri ve yakınları ilahi adalete sığınıyorlar. Yapılanların bir zulüm olduğunu söylüyorlar.

Cezası onananların eşleri ilahi adaleti istiyorlar da acaba kocaları da kendileriyle aynı görüşte mi? İlahi adalet ne demek? Allah`ın adaletini istemek demek, kendilerine reva görülenleri Allah`ın mahkemesine taşımak ve O`ndan aralarında hüküm vermesini istemek demektir. Yani canları sıkıldığında çıkıp haşa ‘kahrolsun şeriat` diyenlerin şimdi ilahi adalete, yani şeriata sığınmaları ne kadar da ibretlik bir durum değil mi?

Onların bu ibretlik durumunu bir tarafa bırakarak Yargıtay üyelerinin mütedeyyin kesimlere uyguladığı yargısız infazı ciddi şekilde sorgulamak gerekir. Bundan bir süre önce Elazığ, Adıyaman ve Adana`da tutuklanıp sonra da yerel mahkemece farklı cezalara çarptırılanların cezalarını Yargıtay üyeleri onarken acaba hangi gerekçenin arkasına sığındılar?

Oysa Balyoz davasında ellerinde darbeye teşebbüse dair bilgi ve belgeler olduğu söylendi ki bunların birçoğu ses kayıtlarıyla basına da yansıdı. Bununla beraber darbeci generallerin bu ülkede dindar kesime uyguladıkları zulüm zaten pratikte kendini çok net olarak ortaya koyuyor.

O halde sormak lazım Elazığ, Adıyaman ve Adana ile şu an Yargıtay`da sırasını bekleyen Konya ve İstanbul dosyalarında nasıl bir delil var? Hükümeti devirmeye dair bir plan mı var? Halkı tahrike, tedhişe yönelten ifadeler mi var? Bir topluluğu yakıp yıkmaya yönelik toplumu tahrik mitingleri mi var? Ya da şu an Balyozcuları cezalandırdıkları gibi bahsi geçen dosyalarda dijital veriler mi var?  Yargıtay`ın üyeleri bunu net olarak ortaya koymalıdırlar. Koymalıdırlar çünkü onların eşleri de tıpkı şimdiki Balyozcuların eşleri gibi gelecekte ilahi adalete sığınmak zorunda kalabilirler.

Yargıtay`ın işleyişi ile ilgili olarak şu soruların bir an evvel açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Sayın Erdoğan ve hükümet yetkililerinin bu mesele üzerinde ciddiyetle durması beklenmektedir. İlahi adalet divanının kurulacağı gün gelmeden herkes şimdiden üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek durumundadır:

1-Yargıtay üyeleri kendilerine gelen dosyaları okuyorlar mı? Sağlıklı hüküm vermek adına hüküm özlülerin avukatlarına müvekkillerini yeterince savunma hakkı veriliyor mu?

2-Yargıtay üyeleri özellikle mütedeyyin insanlara ait dosyalarda aleyhte hüküm vermek için herhangi bir baskı altında kalıyorlar mı? Varsa bir baskı hükümet, bunu bertaraf etmek adına ne yapmaktadır?

3-Elinde silah ve darbe planları olanların cezaları onandığı gibi elinde yardım kolisi olup fakirlere Allah için yardımda bulunanların da cezaları onanmaktadır. Herhangi bir cemaat veya yapının fikri yapısının dışındaki tüm yapıların bertaraf edilmesine yönelik bir sindirme ve yok etme planı var mı?

4-Sayın Erdoğan, Balyozcuların cezaları onandıktan sonra “Tabii süreç şu anda bitmiş değil. Son nokta konmuş değil. Onun için takip edeceğiz” şeklinde bir açıklama yaptı. Acaba Sayın Başbakan, kurmaylarına şu an Yargıtay`da bekleyen ve hukuk dışı hiçbir faaliyetleri olmamasına rağmen suç ihdası yapılan Hizbullah dosyalarını takip etme noktasında bir talimat verecek mi?

Ve dikkat çekici son bir nokta, günlerdir ortada Hizbullah Cemaati`ne ait yeni bir gelişme olmamasına rağmen en azından bize farklı kutuplarda oldukları yansıtılan İhsan Dağı`nın, Mehmet Faraç`ın ve Azadiya Welat Gazetesi yazarlarının ağız birliği etmişçesine Hizbullah Cemaati`ne saldırmalarının anlamı nedir? Öyle anlaşılıyor ki seçim dönemine yaklaşıldıkça Hizbullah Cemaati ve HÜDA PAR ile ilgili zihinleri bulandırma, gelişimlerini engelleme çabaları da ayyuka çıkacak.

Allah`ın emirlerine uyarak kendilerine gelen haberleri araştırıp sonra hüküm verenlere selam olsun!