• DOLAR 32.6
  • EURO 34.851
  • ALTIN 2496.944
  • ...

Günümüz dünyasında insanoğlu ekonomik, siyasal ve kültürel sorunlar nedeniyle bunalmış bulunmaktadır. Yaşam koşullarının ağırlığının yanında iki arada bir derede bunalan insanlık, gün geçmiyor ki zihinsel bombardımana maruz kalıp sağlıklı düşünme ve dinleme kültürünü de kaybetmiş olmasın. Kapitalist zihniyetin müntesipleri özellikle sosyal medya, TV kanalları ve basın üzerinden ahlak bozucu ve şiddet içerikli haber/olayları gündem yapıp aile mefhumunu yıkarak toplumu uçurumun kenarına itmiş bulunmaktadır.

Öyle ki şiddet, her yerde tırmanışa geçmiş bulunmakta; evde, okulda, iş yerinde, sokakta kendini daha bir hissettirmektedir. Toplumu bu denli geren ve bu kadar sertleştiren  etmenlerin temelinde tahammül etme, dinleme ve hoşgörü kültürünün yok edilmesi yatmaktadır.

Müslümanların yaşadıkları zihinsel karmaşadan dolayı zaman zaman muhatabının haklı taleplerine dahi kulaklarını tıkadıklarına şahit olmaktayız. Kendimizce daha çok konuşup bağırarak haklılığımızı kanıtlayacağımızı ve üste çıkacağımızı sanmaktayız. Durum hiç de sandığımız gibi değildir. Belki konuşma ile bir nebze sorunların üstesinden gelebiliriz; ancak konuşmanın yanında dinleme ve anlama boyutunu da işe katmalıyız ki hedefimize varabilelim. Konuşma kadar etkili olan dinlemenin önemini gözden kaçırdığımız veya bunu ihmal ettiğimiz içindir ki, birbirimizi anlamakta güçlük çekiyor ve haklı bir zeminde buluşmayı bir türlü beceremiyoruz.

Eğitim bilimciler, sağlıklı iletişim ve doğru öğrenmenin gerçekleşmesi için dinlemeyi önemli bir eylem olarak kabul etmektedirler. İslam Dünyası bu yöntemi/etkinliği doğru ve amacına uygun bir şekilde kullanırlarsa hem sağlıklı bilgiye ulaşmada büyük kolaylıklarla karşılaşacak, hem birçok sorununu barış içinde kolayca çözecektir. Siyere müracaat edildiğinde, Resul-i Ekrem (s.a.v)'in İslam'a davet ettiği muhataplarını dinlediği ve bunu önemsediği ile ilgili birçok örnekle karşılaşmaktayız. En densiz düşmanının dahi hata ve kabalıklarına tahammül göstererek onların kalbine girmeye çalıştığına şahit olmaktayız.

Aslında dinleme ve duyma eylemi aynı şey değildir. 

Dinleme: Müjdeleyeni duyabilme, mesajlarını anlayabilme ve olumlu manada tepkide bulunabilmektir. Diğer bir deyişle dinleme, konuşma ya da okuma yoluyla gönderilen bir iletinin muhataplarımız tarafından doğru kavranmasıdır.

Duyma fiziksel bir olaydır; seslerin dalgalar halinde kulağa gelmesiyle gerçekleşir. Bazen, istem dışı gerçekleştiği de olmuyor değil. Duymanın aksine dinlemede öğrenme ve anlamaya yönelik bir amaç vardır. Hakeza dinlemenin duyma ile olan ilişkisini, görmenin bakmakla olan ilişkisine benzetebiliriz. Görmek eyleminde de dinlemede olduğu gibi bir amaç söz konusudur, bakmak da duymak gibi bilinçli yapılan bir şey değildir.

Peygamberi duyanlar ile dinleyenleri aynı kategoride değerlendiremeyiz. Şirkte direnen Ebu Leheb ve Ebucehil'in durumu Peygamber'e bakıp da göremeyenlerin durumu gibidir. Onlar işittiler ancak dinlemediler, bunun için de Resululah (s.a.v)'e uymadılar ve isyan ettiler. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve Mus'ab benzeri nice bahtiyar ise vahyi işitmekle kalmadılar; dinlediler, doğru algıladılar, daha sonra da algıladıklarını değerlendirip gereğini hemen yaptılar.

Musul'da İŞİD'e  rehin düşüp MİT'in marifetiyle kurtulan CHP'li Öztürk Yılmaz'ı, başına kabak düşmüş olmalı ki durup dururken Türkçe ezan ve ibadet aşkı tutmuş bulunmaktadır. Ezani Muhammedi'nin Türkçe, Kürtçe veya Arapça okunması Öztürk için bir şeyi değiştirir mi bilmem? Hani bir Reşit Galip çıkıp gelse ve ezanı Türkçeleştirip hülyalarını gerçekleştirse, acaba kendisi yoldaşlarıyla saf tutup camide namaza duracak mı? Allah'u ekber sedaları uykusunu mu bölüyor? Ya da işittiği ancak dinlemediği bu ezan kendisine eski günleri mi çağrıştırdı? Atalarımızın şu güzel sözü, Öztürk Yılmaz'ın ruh halini daha iyi bir anlatmaktadır: 

"Namazda gözü olmayanın, kulağı ezanda olmaz" demişler. Hakikat bundan ibaret...

İnsanlar ilgi duydukları ve gönül verdikleri şeylere karşı duyarlı olurlar. Kişi, yapmak istemediği işin ayrıntılarıyla da ilgilenmez. 

Eee...ne yapsın Öztürk bey? O ezanı dinlerken iki eylemi birlikte gerçekleştirmekte zorlanıyor. Zaten  insan fizyolojisi de  buna uygun değildir. Duyduklarımızı dinlerken yaşadıklarımızın, bilgi birikimimizin ve sözcük dağarcığımızın da dinlemede rol oynadığını unutmamak gerekir.

Goethe " Göz ancak sahibinin bildiği kadarını görür." demiştir. Çok yerinde bir sözdür bu. Aslında kulak da sahibinin bildiği kadar duyar, dinleyebilir. Elhasıl diyebiliriz ki dinlemek eyleminde; duymak dikkat, algılama ve değerlendirme süreçlerinin yanında kişinin birikimi de önemlidir. Yani öküzün dünyası, sürebildiği tarla kadardır.