• DOLAR 32.368
  • EURO 35.061
  • ALTIN 2325.136
  • ...

Önümüzdeki pazar gününü pazartesiye bağlayan gece fahri kâinat Efendimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve selemin kutlu mevlidinin yıl dönümüdür. Kâinatın hasretle beklediği, gelişiyle yitirilen umutların yeniden yeşerdiği, iliklere işlenmiş acı ve ızdırapların yerini tatlı bir muhabbet, merhamet ve şefkate bıraktığı gün…

Doğruluğun, hakkaniyetin ve adaletin her alanda umumi ve hususi muamelelerde vazgeçilmez temel esaslar olarak tanınacağı; kavim, ırk, renk, mal ve mevki ayrımının sona ereceği, insanî haklarda herkesin tarağın dişleri gibi eşit tutulacağı kurtuluş, barış ve saadet günleri…

Tarih boyunca hiçbir kavmin, Efendimizin gelişinin arifesinde düşmüş olduğu duruma düşmediği söyleniyor. Sadece insanların değil insanlığın ezilip yok edildiği bir dönem… Bu çöküş, bu alçalma, namus-şeref ve en önemlisi inanç yoksunluğu sadece Efendimizin teşrif ettiği Arabistan yarım adasında değil, o zamanın Bizans, Mısır ve İran gibi en büyük yedi devletinde de aynı olup üstünlük ve yücelik; zulüm, hakaret, hor görme ve aşağılamayla elde edilir olmuştu. Akidevi, ahlaki ve insani kaosun sona ereceğinin müjdelendiği gün, Server-i Kâinatın nurlar saçarak şereflendirdiği gün olarak tarihlendirilmiştir.

Evet, Rabbi katındaki değer ve mevkisi bakımından kendisinden önceki yüce elçilerin isminden haberdar olduğu, kendisinden sonraki her asırda yaşantısı ahlakı ve davası örnek alınacak nübüvvetin son incisi Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve selem, ümmeti olan bizlere gönderilmiştir.

Böylesi kıymetli ve önemli bir şahsiyetin sahibini yılın bir gününe sığdırmak elbette ki akıl kârı değildir. Onun bütün ömrünü, özellikle nübüvvetten sonraki yirmi üç yılını gün gün, saat saat anarak onun ümmeti olmanın şerefini idrak etmeliyiz. Bizlere bırakacağı son dini tastamam yaşayabilmemiz için en ince ayrıntılarına kadar tescilleyerek bütün ömrü boyunca zorluk ve sıkıntıların en şiddetlisine katlanan Efendimizi onun şahsına yakışır bir tarzda tanımak, tanıtmak ve Sünnet-i Seniyyesini yaşatmak, ümmeti olarak yapacaklarımızın ilk sırasında yer almalıdır. Onun hayatı, hareketleri, hüküm koyması, konuşması, gülmesi ve yemesi dahi bizi Rabbimizin razı olacağı kulluğa ulaştıracaktır. Okuduğumuz yüce Kur`an`ın ayetlerinden hangisini kendimize uyarlamak istersek Onun şahsiyetine benzemiş oluruz. Onu yaşamak, Kur`an`ı yaşamak, Kur`an`ı yaşamak Ona benzemek olur. Nitekim Onun ahlakıyla kuşanmak için Hz. Aişe`den Onu soran tabiinin büyüklerine Aişe validemiz şu cevabı vermiştir: “O yürüyen bir Kur`an`dı, Onun ahlakı Kur`an ahlakıydı.”

Maalesef ki Onu gereği gibi tanıyamadığımız, Onun yaşayışını hakkıyla idrak edemediğimizden olsa gerek İslam ümmeti Ona her zamankinden daha muhtaç bir gariplik yaşıyor.

Bu toplum, Efendimizin bir baba olarak, bir eş olarak, bir devlet reisi olarak, bir komutan olarak, öne çıktığı her alanda Onsuz kaldığının ve Ona ne kadar muhtaç olduğunun garipliğini yaşıyor. Gelişiyle karanlık günlerin yerini apaydınlık güne bırakacağı inkılâplarına her zamankinden daha ziyade muhtaç durumdayız. Toplumumuzun bugün geldiği bu aşamayı karşılaştırdığımız zaman ıslah olması neredeyse Efendimizin geldiği ilk dönemler kadar zor bir hal almıştır. Bunlardan birincisi; Efendimizin Mekke döneminde yapmış olduğu ahlaki inkılâptır ki siyer kitaplarındaki “insani değerler ayaklar altına alınmış, faiz ve tefecilik alabildiğine ilerlemiş, içki su gibi tüketilmeye başlanmış, zina-fuhuş öylesine yaygınlaşmıştı ki kadınlar bir meta gibi kullanılır hâle gelmişti. Nikâh gözetilmeden iffetsizliğe zorlanan kadınlar, toplumu zina ahlakıyla ifsad olmaya sürüklemişti” durumu, maalesef ki günümüzde de ahlaki yapının bozulmasında gelinen son aşamadır. İkincisi; Medine döneminde yaptığı kardeşlik inkılâbıdır ki o güne kadar hiçbir toplumda kardeşlik duygusu o nezaket ve içtenlikle yansımamıştı. Bugün İslam ümmetinin kanayan yaralarından en büyüğü kardeşlik yarasıdır. Allah`ın birlik ve varlık inancı her geçen gün arttığı halde ve insanlar, gerçek kurtuluş kaynağını İslam`da bulmuşlarken Müslümanlar arasındaki ihtilaf, kargaşa, birbirini tekfir etme, güç ve kuvvetin düşmandan yana olmasına sebebiyet veriyor. İşte bütün bu olup bitenler bizlere Efendimizin yapmış olduğu o iki inkılâbı işaret ediyor. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi tarihin insani ve ahlaki sapkınlıkta en çıkılmaz dönemi Efendimizin geliş dönemi olarak söyleniyorsa Efendimizden sonra hiçbir dönemde bugün kadar Onun inkılaplarına ihtiyaç duyulmamıştır. Bugün Onun veladetinin yıldönümü ile sevincimiz tazelenirken, binler salat ve selamla Onun teşrifini yâd ederken Ona ne kadar ihtiyaç duyduğumuzun burukluğu da yüreğimizi acıtıyor.  “Kendin için istediğini mümin kardeşin için de istemedikçe gerçek manada iman etmiş sayılmazsınız” ihtarıyla bütün enaniyetini kardeşinin ayakları altına seren ve malını, bağını, bahçesini kardeşiyle paylaşmakla yetinmeyip iki eşinden birini kendisi için boşayabileceğini teklif eden muhteşem kardeşliğe on dört asırdır bu kadar muhtaç olmamıştık.

Hâlbuki Efendimiz son demlerinde, “Size iki şeyi bırakıyorum ki ona sarıldıkça doğru yoldan şaşmazsınız bunlar Kur`an ve sünnetimdir” diye buyurarak yirmi üç yılda tamamlamış olduğu Asr-ı Saadet`in ipuçlarını bizlere bırakmıştı. Rabbim, İslam âlemine Onun çizdiği çizgiden şaşmadan birlik beraberlik hususunda “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe gerçek manada iman etmiş sayılmazsınız” buyruğunu doğru okumayı nasip etsin. Bu kutlu veladeti, o gün gibi bu günde de mazlumların yüzlerinin gülmesine, müminlerin kalplerinin birleşmesine vesile kılsın. Onu hakkıyla tanıyabilmek temennisiyle… Vesselam…C