• DOLAR 32.319
  • EURO 35.132
  • ALTIN 2292.817
  • ...

25 Kasım günü Ankara Adliyesinde Şehid Yasin Börü ve arkadaşlarının duruşmasını herkes medyadan takip etti. Mahkeme heyetinin tavırları ve bazı tahliyeler hem mağdur ailelerinin ve hem de halkın tepkisine neden oldu.

6-7 Ekim olaylarında devletin güvenlik güçlerinin, halkı canavarlaşan vahşilere karşı korumayıp yalnız bıraktığı eleştirildiğinde, bazıları olur mu efendim öyle şey dediler. Olaylardan hemen sonra Diyarbakır Valisinin “Polisi sokağa çıkarsaydık can kayıpları yaşanacaktı” türünden yapmış olduğu açıklama her şeyi açıklıyordu ama anlamak isteyene…

Birilerinin çıkıp da “devletin Mülki Amirinin yaptığı bu açıklamalar da ne anlama geliyor, devlet kimin için vardır kardeşim” demesi gerekmiyor muydu? Ne yazık ki Yasin Börü`nün Dava arkadaşlarının dışında kimse bu konuların üzerine gitmedi. Devletin kutsallığı onlar için Yasin`in kanından daha değerliydi.

Bütün bu olaylar bittikten sonra bazıları,Devlet/Hükümet bu işin üzerine gidecek ve katilleri cezalandıracak, dedi. Derken bazı şahıslar gözaltına alındı ve mahkeme süreci başladı. Ama mahkemedeki dava da sulandırılmaya başlandı. Tahliyeler ard arda gelmeye başladı. Hala hukukun üstünlüğünden bahsedilebilir mi acaba.

Uzun zamandır İslami kurum ve şahıslara yönelik ciddi bir baskı ve haksızlık süreci yaşanıyor. Elazığ İhya-Der, Adıyaman Vahdet-Der, kapatılan Mustazaf-Der ve daha birçok kurumun üyelerine yönelik nice zulümler yaşatıldı. Dava dosyasındaki komik gerekçeleri saysak sayfalar yetmez. Kumpas olduğu her halinden belliydi ama dinleyen olmadı.

90`lı yıllarda Hizbullah Cemaatine de ağır şekilde baskı ve zulüm yaşatılmıştı. Şimdi düşünüyorum da o dindar insanlar nasıl da dayanabilmişler acaba. Yaptığım araştırmalarda tüylerim diken diken oluyordu.İşkenceler, Jitem tarafından kaçırılmalar, öldürülmeler, iftiralar, müebbet hapisler, değil insana hayvanlara bile yapılamayacak bir sürü hukuksuz uygulamalar… Bir o kadarzulüm, hakaret, iftira, ambargo ve öldürülme de PKK tarafından gerçekleştirildi.

Şimdi sıkı durun, söyleyeceklerim çok ama çok önemli. 90`lı yıllardan ta günümüze kadar hem devlet ve hem de PKK tarafından bölgenin dindar insanlarına karşı yapılan bunca zulüm ve haksızlık için, Türkiye`dekibirçok gazeteci, yazar, akademisyen, siyasetçi, hukukçu ve daha birçok kişi“Kardeşim bu insanlara yapılan bu kadar zulüm var. Her şey tamam da ama onlar da bu zulümlerin yapıldığını duyuramadılar, anlatamadılar, yazamadılar, yani tüm çıplaklığıyla ortaya çıkaramadılar” türünden açıklamalar yaptılar.

Ben de onlara diyorum ki;

El insaf, biraz vicdan, biraz da gözlerinizle beraber yüreklerinizi de açın lütfen. Bu insanlar her alanda yaşanmış bu tür zulümleri anlattılar ama kimse görmek istemedi ki. Onlardaki kalem de, dil de, yürek de çok güçlü, çok cesaretli ve ferasetliydi. Ama görmek istemeyenler yine görmezden geldiler. Bu insanlar da ancak Allah(cc)`a havale ettiler…

Pekâlâ, 6-8 Ekim olaylarındaki vahşeti, Diyarbakır Valisinin yaptığı açıklamaları, medyaya yansıyan emniyet telefon kayıtlarını, mahkemenin tutum ve davranışlarını duymayan kaldı mı? Peki sonuç..? Yine kalkıp anlatamadılar, duyuramadılar, haklarını aramanın yollarını bilmiyorlar diyebilir misiniz?

Devlet ortadan çekilip meydanı vahşi şehir eşkıyalarına bırakır ve halk da katledilir. Bu yapılanlara kimsenin gıkı çıkmaz ama birisi de böyle bir durumda kalkıp en tabii hakkı olan meşru müdafaası gereği eşkıyalara bir tokat attığında ortalığı velveleye verirler.

 

            Aslında tüm bunların cevabı Üstad Bediüzzaman`ın anlatmış olduğu bir hikâyededir. Aynen naklediyorum. Memleketin birinde bir Padişah varmış ve bir gün hastalanmış. Tabipler hastalığının çaresi olarak bir çocuğun kanını ilaç olarak önermişler. Çocuğun babası da belli bir para karşılığında ve o dönemin hâkiminin de onayını alarak çocuğu Padişaha teslim eder. Padişahın huzuruna getirilen çocuk oradakilere bakıp acı acı gülümsemiş. Oradakiler şaşırıp sormuşlar; neden ağlayıp sızlayıp, şikâyet edip de yardım istemiyorsun da tam tersi gülüyorsun. Çocuk da tarihi bir cevap niteliğinde: İnsanın başına bir bela, musibet geldiğinde ilk önce babasına, sonra mahkeme heyetine ve daha sonra da Padişaha şikâyette bulunur. Benim babam ölümüm karşılığında beni parayla satıyor, hâkim de öldürülmeme onay veriyor ve Padişah da kanımı istiyor. Bu hal karşısında gülmekten başka ne yapılabilir…

            Bu hikâye sanırım yıllardır yaşanılan zulme en iyi cevaptır diye düşünüyor ve tüm bu olanların yorumunu artık size bırakıyorum.

            Allah(cc)`a emanet olunuz.