• DOLAR 32.59
  • EURO 34.854
  • ALTIN 2494.421
  • ...

Bu yıl bir Nobel Edebiyat Ödülü değil, iki ödül verildi. Zira geçen yıl verilmeyen edebiyat ödülü de telafi edildi.

2019 Edebiyat Ödülü için Avusturyalı yazar Peter Handke tercih edilirken geçen yıl verilmeyen 2018 Edebiyat Ödülü için Polonyalı bayan Olga Tokarczuk tercih edildi. Fakat Avusturyalı Peter Handke’nin siyasi yönü, Olga Tokarczuk’ı gölgede bıraktı.

Edebiyat ve siyaset; zihnimizde ayrıştırılmış gibi dursa da hakikatte ayrışmaları mümkün değildir. Her iki tercih de sanatsal bir kaygıdan öte siyasi bir mesaj taşır.  

EDEBİYAT VE SİYASET

Siyaseti konuşurken çoğu zaman arka planı ihmal ederiz. Oysa edebiyat, tarih, sosyal bilim araştırmaları; tiyatro, sinema ve diğer sanatlar, siyasetin arka planında ve uzun planlanmasında hayati bir öneme sahip:

Geleceğin siyaseti, sanatsal ve bilimsel görünen çalışmalar üzerinden duyurulur ve kitlelere kabul ettirilir. Daha net bir ifade ile kitle aklı, bunlar üzerinden geleceğin siyaseti doğrultusunda oluşturulur, kontrol altında tutulur.

İddia edilenin aksine Batılı demokrasi, halkın yönetiminin kayıtsız şartsız kabulü değildir. Batılı demokrasi; Fransız İhtilali örneğinde olduğu gibi hâkim unsurlarca üretilen kitle aklının desteğini alma yöntemidir.

Batılı demokraside hâkim unsur, sandığa gitmeyi sadece bir seremoni olarak görür. Zira kitle aklı, sandıktan çok önce, envaı sanatlar, sosyal bilim çalışmaları ve habercilik üzerinden oluşturulur; sandıkta istenen sonuç için icap eden akıl, eğilim, tercih o çalışmalarla üretilir. Seçim gününe sadece o akıl, eğilim ve tercihin sandığa yansıması kalır.  

Bu planlamada asıl ve geleceğin kuşaklarını etkileyecek kısım, edebiyat ve diğer sanatların yanında sosyal araştırmalara düşerken son kısım medyaya düşer. Geleceğin siyaseti için istikrarlı akılları başta edebiyat olmak üzere sanatlar ve sosyal bilimler araştırmaları oluştururken değişken tavırlar medya üzerinden yönlendirilir. Bu çerçevede, son Nobel Edebiyat Ödüllerini ele almadan önce Nobel Ödülleri’nin niteliğine ve tarihsel geçmişine bakmakta yarar vardır:

NOBEL ÖDÜLLERİ

Nobel Ödülleri, 1901'den bu yana Alfred Bernard Nobel'in vasiyetiyle ve onun adına veriliyor. Nobel, barut üretiminde yenilikler yapan bir patlayıcı kâşifidir. Nobel'in ailesi de silah satarak zenginleşmiş; 1850'li yılların başındaki Kırım Savaşı'nda Osmanlı'ya karşı Ruslar için silah üreterek çok para kazanmıştır. Nobel, silah üretmeyi iş edinen bir ailenin çocuğu olarak daha çok para kazanmak için daha öldürücü patlayıcılar üretmeye hayatını adadı. Onun arayış ve buluşları, “İnsanoğlunun yıkım gücünü artırdı”. Nitekim 1896'da öldüğünde bir gazete “Ölüm tüccarı öldü!” diye başlık atmıştır.

Ödüllerin sponsoru, İsveç Kraliyet ailesidir. Ödülleri kraliyet ailesi adına İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, İsveç Akademisi, Karolinska Enstitüsü ve Norveç Nobel Komitesi verir. Ödül, fizik, kimya, fizyoloji ve tıbbın yanında barış ve edebiyat alanlarında verilir.  

Neden böyle bir silah üreticisinin adına bir barış ödülü? Böyle bir çelişki neyle izah edilebilir? Herhalde Nobel'in azabı azalsın diye vermiyorlardır? Bilinen şu ki devletlerin verdikleri hiçbir ödül, siyasî amaçlardan bağımsız değildir. Nobel Bilim Ödülleri de siyasetten bağımsız değil elbette. Nobel Edebiyat Ödülü ve Nobel Barış Ödülü'ne gelince onların her yanı siyasi, hem de dünyayı yöneten güçler adına en tepeden siyasîdir.

Bunun için Nobel Bilim Ödülü, genel anlamda sessiz sedasız karşılanırken barış ve edebiyat ödülleri her tören öncesi ve sonrasında bir dizi tartışmaya yol açar.

Nobel Barış Ödülü, açık bir siyasi mesaj taşırken Nobel Edebiyat Ödülü, siyasetin arka planı için bir mesaj taşır. Bu yönüyle Nobel Barış Ödülleri’nin anlaşılması edebiyat ödüllerinin de anlaşılmasını sağlar.  

Nobel Barış Ödülü'nü alanlar arasında en başta Roosevelt ve en sonda Obama olmak üzere bir dizi ABD Başkanı vardır. Hangi ABD başkanı barışa nasıl hizmet etmiş? Sadece onlara verilen ödüller bile aslında Nobel Barış Ödülü'nün nasıl küresel sistemin Sağ yanının bir siyaset aracına dönüştüğü çok rahat anlaşılır.

İslam dünyasına gelince Nobel Barış Ödülü İslam dünyasından ilk kez 1978'de Enver Sedat'a verildi. Camp David anlaşmasına karşılık ödül onunla Menahem Begin arasında paylaştırılmıştı. 1994'te ise ödülü Yaser Arafat alır. Ama Arafat da ödülü, siyonist işgalci rejimden Şimon Perez ve İzak Rabin ile paylaşmıştı.  

Gülmek mi gerek, ağlamak mı? Dünya barışı adına ihdas edilen ödül, para kazanmak üzere patlayıcı merakı olan biri adına verilince ortada şaşılacak bir hâl yok. Ama dünya toplumlarının bu korkunç propaganda çağında bu ödülün gerçekten bir “barış ödülü” olduğuna inandırılmış olmaları insanı hem güldürüyor hem ağlatıyor. Gülünç yanı, bu büyük çelişkidir. Ağlanacak yanı, dünya toplumlarının Batı tarafından böylesine kandırılabilmiş olmasıdır.

Edebiyat ödüllerine gelince İslam dünyasından ilk edebiyat ödülü hatırladığım kadarıyla 1988’de Mısır’dan Necip Mahfuz’a verildi. Necip Mahfuz, Enver Sedat’ın siyonist işgalci rejimle uzlaşı girişimlerini açıkça desteklemiş ve bu yönüyle Arap İslam aleminde lanetle anılmıştı.

İslam dünyasından ikinci Nobel Edebiyat Ödülü 2006’da Orhan Pamuk’a verildi. Orhan Pamuk, Türkiye’nin Batı’ya tamamen entegrasyonundan yana bir isimdir ve o günlerde her tür İslamî gelişmeye hakaretle yaklaşmıştı. Ona verilen ödül, aslında Türkiye’nin ultra laik ve Batıcı çevrelerine verilmişti. 

BU YILIN EDEBİYAT ÖDÜLLERİNİN ARKA PLANI

Bu yılın iki edebiyat ödülü de Batı Avrupa’nın Doğu Avrupa kaygı ve stratejileri ile ilişkili verildi. Batı Avrupa; Doğu Avrupa ve Balkanlarda artan Rus ve Müslüman etkisinden rahatsızdır. Bunun yanında Polonya odaklı Katolik muhafazakârlaşma da Batı Avrupa’da rahatsızlığa yol açıyor olmalıdır.

Avusturyalı Peter Handke’ye verilen ödülün bir yanı Müslüman düşmanlığına bakıyor; diğer yanı Sırbistan’ı Rusların ve Türkiye’nin etkisinden uzaklaştırıp Batı Avrupa kampına kazandırmaya bakıyor.

Sırbistan, katil diktatör Miloseviç günlerinin aksine İslam dünyası ile yakınlaşma çabasında… Öte yandan Rus yanlılığı da Miloseviç günlerinden ve Slav köklerden kalan bir mirasla Sırbistan’da etkindir.

Nobel seçici heyeti,  edebiyat ödülü için bir Miloseviç dostunu tercih ederek çelişkili gibi görünen ama aslında siyasetin uzun planlaması açısından sağlam bir temele oturan bir tercihte bulundu. Batı Avrupa, Miloseviççi Sırp milliyetçilerinin gönüllerini kazanarak onları hem Rus etkisinden uzaklaştırmak hem Balkanlardaki İslamî gelişmelere karşı bilemek istiyor. Bir siyasi amaç uğruna bu kadar aşağılık bir tercih olur mu? Barış Ödülü için ABD başkanları ve siyonist işgalci rejim liderlerini tercih eden bir akademiden bundan başka ne bekleyebiliriz ki? Yahudilerin etkisindeki İsveç Kraliyet Akademisi, kuruluş amaçları ile gayet uyumlu tercihler yapıyor. Batı’nın siyasetine uygun olarak geçmişte Sosyalizme karşı sosyal demokrasiyi destekleyen tercihler yapardı, son yıllarda ise her fırsatta İslam düşmanlığı ile ilişkili ödül tercihleri yapıyor. Ne yazık ki son yılların İslam dünyasına bakan ödüllerinin istisnası yoktur. Sadece biz varmış gibi davranıyoruz.

Olga Tokarczuk’a verilen ödül ise Batı Avrupa’nın son dönem ahlak ve siyaset yaklaşımına uygun görünse de derinde de mesajlar içeriyor.

Olga Tokarczuk’un kimliği “Solcu, Vejetaryen (etyemez) ve Feminist” olarak açıklanıyor. Açıklamanın üç unsuru da Batı Avrupa’nın son dönem kriterlerine uygundur. Bayan Tokarczuk, bu yönüyle adeta bir son dönem Batı Avrupa’sı özetidir. Aynı zamanda Batı Avrupa’nın dünyaya ihraç etmek istediği son kimliğin açık bir fotoğrafıdır.

Batı Avrupa; Solcu, et bıkkını ve kadıncıllık adı altında sınırsız nefsani arzular düşkünüdür. Dünyayı da böyle düşlüyor. Ancak Bayan Tokarczuk’un bir tür geçen yıl “kaza edilerek” araya sokuşturulması sadece burayla ilgili değildir. Tokarczuk, Polonya’da muhaliflerince anti vatansever ve anti Katolik kültürü görülmektedir.

Polonya, son dönemde Evanjelist çalışmalara rağmen Avrupa’da Katolik canlanmanın odak noktasıdır ve bu durum, Katolikliğe karşı tarihi bir kine sahip olan, onun canlanmasından ürküntü duyan Yahudileri rahatsız ediyor olmalıdır. Tokarczuk ödüllendirilerek bu rahatsızlık duyurulmuş ve buna sessiz kalınmayacağı ilan edilmiştir.

Nobel’in tercihi budur. Keşke İslam dünyası, kendi ödüllerini üretse de biz onların ödülleri ile uğraşacağımıza kendi ödüllerimizi konuşsak…

Örneğin, İslam İşbirliği Teşkilatı neden Müslüman edebiyatını desteklemek için bir ödül ihdas etmesin… Bunun önünde engeller varsa, neden Türkiye, İslam dünyasına yönelik böyle bir ödül oluşturmasın?