• DOLAR 34.704
  • EURO 36.734
  • ALTIN 2955.816
  • ...

Geçen Pazar günü Mülteciler hakkında yazdıklarımız geniş bir yankı yaptı ve içinde hayati sorular-sorunlar barındıran geri dönüşler oldu.

Yazıya bu başlığı atmamızın nedeni de kamuoyunda oluşan ve oluşturulan endişelerdir.

Önceki yazımızda da dediğimiz gibi, haklı gerekçelere dayanan ilticaları bir insan hakkı olarak görüyor ve her ülkenin bu hakka saygı duyması gerektiğini söylüyoruz.

Ancak ev sahipleri kadar misafir konumunda olan mültecilerin de yükümlülükleri var. Dolayısıyla mülteciler de bu yükümlülükleri yerine getirmek konusunda azami gayret içinde olmalıdırlar. Kaldı ki, mültecilerin yükümlülüklerini yerine getirmeleri evvela onların yararınadır. Hem maddi bağımlılıktan ve başkalarına muhtaç olmaktan kurtulurlar, hem istismarcıların kirli emellerini boşa çıkarırlar ve hem de saygın ve başları dik bir hayat yaşarlar. Bu demek değildir ki, yükümlülüklerin yerine getirilmesiyle sorunları bitecektir. Sorunlar hayatın bir parçası olduğundan her zaman olacak, ama aşılmaları da bir o kadar kolay olacaktır.

Okurların dikkat çektikleri bir konu da, neden özellikle Suriye'den gelenlerden milyonlarcasının genç oldukları ve bu gençlerin neden geride kalıp ülkelerinin sorunlarıyla ilgilenmedikleridir. Doğru bir sorudur ve olması gereken de budur. Ancak şu da bir gerçektir ki, bunu göze almak da bir bilinç, bir amaç ve bir güç gerektirir. Bu özellikler de görebildiğimiz kadarıyla bu insanlarda yok ki, yollara düştüler.

Bu arada bilmemiz gereken diğer bir gerçek de şudur: Eğer Türkiye bu mültecileri durdurmasaydı, durmayacaklardı. Batıya ve daha Batıya doğru gideceklerdi. Ancak Avrupa Birliği ülkeleri, verdikleri maddi vaatlerle-yardımlarla bu mültecilerin Türkiye'de kalmalarını sağlamış oldular.

Fakat AB ülkeleri bu konuda bizce dürüst davranmadılar. Bu mültecilerden nitelikli olanları başta olmak üzere ihtiyaç duydukları kadar almaya çalıştılar.

Türkiye bu nitelikli işgücünü elinde tutmadığı-tutamadığı gibi, çoğu genç olan bu niteliksiz insanları eğitmek konusunda da atıl ve sınırlı kaldı. Oysa bu konuda Avrupa'yı örnek alarak mültecileri istedikleri alanda eğitip meslek sahibi yapabilirdi.

Suriyeli mültecilerin okul sorununu çözmek konusunda da Türkiye maalesef ayrımcılık yaptı. Şöyle ki: Mültecilerin Arap olanları için ihtiyaç duydukları okulları açarken, Kürtleri görmezden geldi. Onlara seçmeli Kürtçeyi bile çok gördü. Aynı hatayı ne yazık ki, Suriye'de oluşturduğu güvenli bölgelerde kurduğu okullarda da yapmaktadır. Kürtçeyi de bir şekilde müfredata dâhil edeceğine, yok saymaktadır. Bunun da kimlerin işine yaradığı, yarayacağı belli.

Sizce de Türkiye olarak bizim Rus-Ukrayna Savaşı'ndan, ABD'nin Yunanistan'a her geçen gün yeni üsler kurmasından, yine ABD'nin Suriye'deki ve Irak'taki Türkiye karşıtı unsurları eğitip donatmasından yeterli dersleri çıkarmamız gerekmez mi?

Rus-Ukrayna Savaşını çıkaranların nihai hedeflerinin Türki Cumhuriyetlerdeki yerüstü ve yeraltı zenginlikleri elde etmek olduğu gerçeği karşısında yapılması gereken şey, inkâr politikalarını yaşatmak mı, yoksa bu inkâr politikalarını tarihin çöplüğüne atıp, yeniden kadim kardeşliğimizi kuşanmak mı?

Dolayısıyla her an aleyhimize kullanabilecekleri mülteci sorunumuzu ve mültecilerin sorunlarını da ancak böylesine geniş ve dahi keskin bir bakış açısıyla çözebiliriz. Son zamanlarda sıkça ve tabii ki, haklı bir şekilde dillendirilen Türkiye Yüzyılı hedefinin de bu kuşatmayı yarabildiğimiz ve içimizde adaleti sağlayabildiğimiz oranda ancak mümkün olabileceğini unutmayalım.