• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Bu iki örnekte de bizzat şahit olduğumuz gibi, Türkiye’de hakaret etmenin bir suç olup olmadığı iki nedene göre değişebiliyor. Birincisi, hakaret edenin kim olduğu ve ikincisi, hakaret edilenin kim ve ne olduğu?

Hakaret eylemi hakkındaki düşüncelerimi de hemen belirteyim…

Bendeniz, kime ve neye yapılırsa yapılsın, hakareti tasvip etmeyen ve hakaret edeni acz içinde gören bir düşüncedeyim. Bana göre hakaretin bir cezası da olmalı… Tabii ki, hakaretin tanımı yapılıp, çerçevesi de belirtildikten sonra…

Türkiye’de bir kesim vardır ki, istedikleri kimselere ve istedikleri değerlere hakareti bir hak gibi görürler ve bu eylemi bir hayat tarzına dönüştürmüşlerdir.

Hakaret ettikleri kimseler Müslümanlar ve değerler de İslam ve dolayısıyla ümmetin bütün değerleri…

Geçenlerde Orhan Baylan adıyla sosyal medyada şöyle bir söz gördüm: “Bu memleketin gâvuru gibisini dünyada bulamazsın. Ne Allah bilir, ne peygamberi tanır, ne camiye gider, ne havraya. Amma Müslümanların ezanı nasıl okuyacağına, dinini nasıl öğreneceğine, Müslüman kadının nasıl giyineceğine o karar verir.”

Nitekim kılık kıyafete dair kanunları da çıkaranlar onlar değil mi?

Lakin sorunumuz daha da büyük…

Kendilerini gâh Atatürkçü, gâh Kemalist, gâh laik ve gâh solcu olarak tanımlayan bu güruhun yüz yıldır bilafasıla devam eden hakaretleri ile uğraşıyorken, son yıllarda bunlara bir de Anıtkabir’i yılın belli günlerinde tekke ve zaviyeye dönüştüren yeşil Kemalistler zuhur ettiler.

Hele hele Anıtkabir’de el açıp dua etmeleri yok mu? Onların bu hallerini gören Atatürkçülerin de dedikleri gibi, “bunlar ya hala Atatürk’ün kim olduğunu bilmeyecek kadar cahildirler ya da takiye yapıyorlar!”

Gelelim Sayın Tezcan’ın neden hapse atıldığına… Tezcan’ın suçu, Yeni Şafak gazetesinin, “29 Ekim Tatil değil, Bayram. Cumhuriyet Bayramımız Kutlu olsun” manşetine atfen, “’Cumhuriyet’i getiriyorum’ yalanıyla başa geçtikten sonra devlet ve millet düşmanlarına verdiği sözlerin gereği olarak 15 sene Cumhur’dan kaçan, milletin egemenliğinden rakı bardaklarına sığınan bir İslâm düşmanını, 3 kuruş için tepenize oturtmaya değer miydi?’ diye yazmak…

Bu sözlerde hakaret var mı, inanın, emin değilim. Çünkü bu sözlerin daha ağırları günümüzdeki birçok siyasi için de kullanılmakta olduğundan, işin içinden çıkmak zor. 

Ama şundan eminim: Eğer söz konusu olan şahsiyet Atatürk ise, orada bin düşünüp bir yazmak veya bin düşünüp bir konuşmak gerekir. Çünkü bazı gerçekleri yalın bir dil ile yazmak veya konuşmak da Atatürk’e hakaret olarak alınıp, Atatürk’ü koruma Kanunu üzerinden cezaya tabi tutulabilir. Zaten 1951 yılında çıkarılan 5816 sayılı kanun da Atatürk’e hakaret edenleri cezalandırmak için değil, Atatürk’ü yalın bir dil ile yazanları veya konuşanları cezalandırmak için vardır. En azından şimdiye kadar verilen cezalardan anladığımız budur.

Tezcan, o cümlesinde Atatürk için, “cumhurun iradesine başvurmaktan kaçan”, “İslam düşmanlığı yapan” ve “rakı içen” demiş oluyor.

Atatürk’ün milletin oylarıyla değil, TBMM’nin oylarıyla seçildiği doğrudur. Ki bu durum ancak son yıllarda değişti. Atatürk’ün rakı veya içki içtiği de malumun ilamından başka bir şey değildir. Daha fazlasını merak edenler Cemal Granda’yı da okuyabilirler. Atatürk’ün, İslam’ı bir hayat nizamı olarak yaşayan Müslümanlara mürteci dediği ve 1924 Anayasasında yer alan “devletin dini, din-i İslam’dır” hükmünü 1928’de anayasadan çıkardığı da doğrudur. Mahkeme, bu gerçekler bilinmesin diye mi Tezcan’ı tutukladı, yoksa onun üslubunu mu hakaret olarak algıladı, bilmiyorum. Bu konuda bildiğim iki şey var; Türkiye, Atatürk’ü olduğu gibi konuşup tartışacak kadar özgür bir ülke değildir ve Türkiye’de bir kesim istediği zaman, istediği yerde istediği kişilere ve değerlere hakaret etme hakkını kendisinde görmektedir. Ve bu hakkını kullandığında da tıpkı Gülşen, Dökmen ve daha niceleri gibi hak ettikleri cezaya çarptırılamazlar.

Sizleri bilmem, ama beni en fazla düşündüren ve hayal kırıklığına uğratan şey, iktidarlarını ve koltuklarını adil bir Türkiye talebi olanların her türlü fedakârlıklarına borçlu olanların ve dahi besleme medyanın Fatih Tezcan ve benzeri isimlerin irtica, hakaret ve terör gibi eften püften gerekçelerle tutuklanmalarını bir cümle ile bile olsun eleştireceklerine, zelil duruşlarıyla onaylamaları oldu.