• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Dünyanın değişik yerlerindeki duyarlı Müslümanların gösterdikleri çabalar meyvesini verdi. Ramazan ayının 17. gününde inen Enfal Suresinin 69. ayetinden hareketle bu günü Birleşmiş Milletler’e, “Dünya Helal Günü” olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar. Ben de Viyana’dan dostumuz Abdullah Demirci’nin bilgilendirmesi ile bunu öğrendim. Demirci, bu işe yıllarını vermekle kalmamış, birikimlerini ve yapmamız gerekenleri bir de “Avrupa’da Helal Yaşam-Avusturya Örneği” adıyla kitaba dökmüştür. Bu arada ismini ve çalışmalarını Demirci’den öğrendiğim Hüseyin Kamil Büyüközer ve bu hassasiyetle kurdukları GİMDES adındaki kurumlarını da anmadan geçemeyeceğim. Normal şartlar altında her birimizde olması gereken “helal” hassasiyetinin sadece bir avuç kardeşimizde olması, bizim günahımızdır.

Hatta üzülerek belirtmeliyim ki, Müslümanlar olarak helal konusundaki hassasiyetimiz, Ramazan ayları da dâhil, her gün kanımızı döken Siyonistlerinkinin bile çok gerisindedir! Yılda bir kez de olsa BM üzerinden insanların dikkatlerini helal konusuna çekmek, tabii ki, çok önemlidir. Ama bundan da daha önemlisi, helal hakkındaki hassasiyetimizi bir günle ve sadece helal kılınan hayvanların helal bir şekilde kesilip kesilmediğiyle sınırlandırmamamızdır! Çünkü helal ölçüsü yiyecek ve içeceklerimiz kadar giyeceklerimizi ve dahi bütün davranışlarımızı da kapsıyor. Fakat günlük hayatımızda bunu yiyecek ve içeceklerle sınırlamışız. Hatta çoğumuzun buna bile dikkat ettikleri yoktur! Oysa helal, haddizatında Müslüman için bir yaşam tarzıdır ve tüm yaşamını kaplar. Dolayısıyla çabalarımız da hayatımızdaki haramları ayıklayıp yerine helalleri ikame etmek yönünde olmalıdır. Fakat konuyu helal et ile sınırlamak istiyorum. Elbette ki, elimizle kesmediğimiz veya helal kesildiğini gözlerimizle görmediğimiz her ete şüphe ile bakamayız ve bakmamalıyız. Ama bu konuda ciddi bir güvensizlik yaşadığımız da gerçektir. Halkı Müslüman olmayan ülkelerde bu şüphe ve güvensizlik anlaşılır bir tepkidir. Fakat aynı şüphe ve güvensizliği ve hatta daha fazlasını İslam ülkelerinde de yaşıyor olmamız mazur görülemez.

Geçelim malum hayvanların kesimlerinin helal yapılıp yapılmadığını, Türkiye’deki çiftliklerde beslenip sonra kesilen yüz binlerce domuzun etinin dahi kimlere yedirildiğini bilmiyoruz. Bu konuda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Diyanet İşleri Başkanlığı eğer helal konusunda görevini yapmış olsaydı, bu kadar güvensiz konuşmuyor olacaktık. Müslüman olmayan ülkelerden çok, Müslüman olan ülkelerde daha çok acınası bir haldeyiz. Çünkü ne devlete güvenebiliyorsunuz ve ne de “kesimlerimiz helaldir” diyenlere… Devletin denetimleri hem yetersiz ve hem de güvensiz iken, kurumların da kesimlerinin ne kadar helal oldukları ciddi bir soru olarak duruyor karşımızda. Bunun da nedeni, kesimi yapan şirketlerden ve dahi şahıslardan kimilerinin helal gibi bir kaygılarının olmayışıdır.

Avrupa’da yaşayan Müslümanların helal konusunda yaşadığı sorunlar daha bir üzücüdür. Çünkü bu sorunlar gayrimüslimlerden çok, Müslümanlardan kaynaklanmaktadır. Bunun da en büyük sorumluları büyüğünden küçüğüne kadar Müslüman cemaatler ve Müslümanların şirketleridir. Avrupa’daki Müslümanların yarısı Türk ise, diğer yarısının da Arap, Fars, Kürt ve diğer unsurlar olduğunu unutmayalım. Ama helal konusundaki hassasiyetleri hala cemaatleri birlikte hareket ettirecek düzeyde değildir. Yanlış anlaşılmasın, cemaatlerin de, şirketlerin de helal konusunda hassas olanlarını tenzih ediyoruz. Bunun da nedeni, cemaatlerin ve şirketlerin kendi çıkarlarını helal lokmaya tercih etmeleridir. Ben bugün bu satırları yazıyorken Siyonistler ilk kıblemizdeki vahşetlerini sürdürüyorlar. Biz Müslümanlar için kelimelerle tarif edilemeyecek kadar büyük bir zillettir bu! Dualarımızla birlikte diğer yükümlülüklerimizi de yerine getirelim ki, Allah bizden razı olsun. Aksi halde akıbetimiz de halimiz gibi olur.