• DOLAR 32.517
  • EURO 34.807
  • ALTIN 2427.76
  • ...

Büyük Şeytan ve müttefikleri yenilerek Afganistan’dan çıktılar, ama Afganlılara karşı olan savaşlarını yeni cephelerde devam ettiriyorlar. Bunlardan biri, Afganistan’ı tanımama ve tanınmasını engelleme cephesi ve diğeri de ekonomik ambargo cephesidir. İslam’ı ve Müslümanları kötüleyen medya cepheleri ise zaten öteden beri vardır.

Afganistan’da olan savaş, kelimenin tam anlamıyla bir Hak-Batıl savaşıdır. Batıl ve aynı zamanda çok yönlü saldıran cephede sadece kâfirler yer almıyor. Söylerken içimiz acıyor, ama kimi Müslümanlar ve özellikle bütün İslam ülkeleri de bu küfür cephesine şu veya bu şekilde katkıda bulunuyorlar. Hak cephede ise, Afganlılar ve dünyanın dört bir yerinde olsa da kalpleri onlar gibi çarpan Müslümanlar.

Küfür cephesinin hedefi açıktır: Afganistan’ı tanımamak, tanınmasını önlemek ve ekonomik ambargo üzerinden kendilerini açlığa mahkûm etmek suretiyle Müslümanların devlet olmalarını önlemek!

Küfür cephesinde onlarca ülke bütün imkânlarıyla yer alıyorken, hak cephesinde bir tane bile olsun, İslam ülkesi yoktur. Bazı İslam ülkelerinin liderleri istedikleri kadar esip gürlesinler, ne tek başlarına ve ne de hep birlikte Afganistan’ı resmen tanıyamayacak aciz, zelil ve dahi korkaktırlar! Bu liderler ekonomilerinin yetersizliğinden veya askeri güçlerinin olmayışından değil, İslam’ın izzetinden ve İslam’ın ön gördüğü kardeşlik bilincinden yoksun olduklarındandır!

Afganistan’ı tanımamak konusunda kendilerini küfrün cephesinde konumlandıran İslam ülkeleri, Afganlılara insani yardım yapmakta da cimriliğin de ötesinde onur kırıcı ve dahi utanç verici bir duruş sergilemektedirler. Hâlbuki madem Afganistan’ı tanımaya güçleri yetmiyor, bari diğer alanlarda Afganistan’a yardım edebilirler. Ama dediğimiz gibi, topyekûn bir acziyet ve zillet içinde debelenip duruyorlar.

Eğer böyle giderse, Afganlı kardeşlerimiz, tıpkı bizim ve diğer birçok Müslüman topluluğu gibi, savaşta kazandıkları zaferi masada ve siyasette kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar.

Küffarın saldırıları ve ambargoları devam edeceğine göre, öyleyse biz Müslümanlar ne yapmalıyız? Yapmamız gereken iş belli: Bir yandan dışarıdan gelen bu saldırılara karşı koyarken, diğer yandan içeriyi tahkim edip dönüştürmeliyiz. İçeriyi tahkim etmenin, birliği sağlamanın ve toplumu dönüştürmenin yolu da sağlıklı bir istişare ve sağlıklı bir eğitimden geçmektedir.

Şu bir gerçektir ki, Taliban, dünyanın en büyük süper devletini yenecek kadar güçlü olmakla birlikte, Afganistan’ın dönüşümünü sağlayacak kadar bir birikime sahip değildir. Bir de Taliban’ın içindeki bazı şahsiyetlerin bazı konularda İslam’ı yanlış yorumlamaları da düşünüldüğünde, işlerinin ne kadar zor olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Örneğin, Afganistan kadınının genelde toplumdaki ve özelde ise okuldaki yeri hep tartışmaların merkezinde olagelmiştir. Ve Taliban da bu sorunu çözebilmiş değildir. Çünkü kadınların eğitiminin nasıl olacağı konusunda bir uzlaşmaya varabilmiş değiller.

Afganistan’ın özel şartlarını da dikkate aldığımızda, Afgan kardeşlerimizin bu ve benzeri sorunları çözmelerinde kendilerine en fazla yardım edebileceklerin başında âlimlerin geldiğini söyleyebiliriz. Gerçi İslam ülkelerinin kendilerini Amerika’ya göre konumlandırdıkları, diplomatlarımızın genelde Amerika’nın ağzıyla konuştukları ve yöneticilerimizin iktidarlarını her şeyin üstünde tuttukları bir esnada âlimlerimizin de hala derin bir sükût ve suskunluk içinde olmaları bizi elbette ki derinden endişelendiriyor. Ama yine de ümidimizi koruyoruz. Çünkü her ne kadar her ülkede İslam’ın hükümlerini yöneticilerin heva ve heveslerine göre yorumlayanlar âlimler çoğunlukta olsalar bile, peygamberlerin varisleri olduklarının bilincinde olan âlimlerimiz de az değildir. Duamız ve temennimiz de bu âlimlerimizi en kısa zamanda Afgan kardeşlerimizin yanında görmektir.