• DOLAR 32.333
  • EURO 35.167
  • ALTIN 2313.164
  • ...
SON DAKİKA

Uzun süredir bu konuyu gündeme getirmeyi kendim için bir yükümlülük olarak gördüm. Hazır Ramazan ayı da yaklaşıyorken, yazayım istedim. Ama günlerdir nereden başlasam ve nasıl başlasam diye düşünüp duruyorum.

İlk aklıma gelen şey, birbirimize iyiyi söylemek ve kötüden alıkoymak gibi hayati olan bir konuda iyi bir yerde olmadığımızdır. Oysa Hz. Âdem’den Hz. Muhammed (sav)’e kadar bütün peygamberlerin Risaletlerinin özü iyiyi-iyiliği emretmek ve kötüden-kötülükten sakındırmak mücadelesi olmuştur.

Fakat bizler bugün öyle bir haldeyiz ki, değil İslam’ı Müslüman olmayanlara tebliğ etmek, birbirimizi dahi dinimize aykırı olan konularda uyarma cesaretini kendimizde göremiyoruz.

Hâlbuki “kınayıcıların kınamasından korkmadan” ve ama “hikmet ve güzel söz ile” birbirimizi hakkı ve dahi sabrı tavsiye etmemiz ve kötü olan her şeyden de sakındırmaya çalışmamız gerekir.

Dikkat ederseniz, bizde öylesine yanlış bir özgürlük anlayışı yer etmiş ki, bir kardeşimizin bizim bir yanlışımızı göstermesine ve bizi dostça uyarmasına tahammülümüz olmadığı gibi, biz de bir kardeşimizi bir yanlışından dolayı uyarma cesaretini kendimizde göremiyoruz.

Biliyorsunuz, bazı semboller var ki, onlar kişiyi şeksiz ve şüphesiz bir şekilde bir yere oturtmaya yeter. Örneğin, başörtüsü bunlardan biridir. Müslümanların dışında da başörtüsünü takan toplumlar vardır. Ama Müslüman kadınların takması, inançlarının emrinden dolayıdır.

Öte yandan sakal da bir semboldür, ama başörtüsü gibi değildir. Çünkü her ne kadar kimi Müslümanlar Peygamberin sünneti olduğundan hareketle sakal bıraksa da, sadece hoşuna gittiği için veya başka nedenlerden dolayı sakal bırakanlar da az değil. Dolayısıyla bizim toplum için söyleyecek olursak, sakal kişinin Müslüman olduğunun bir alametifarikası değildir. Ama bizim toplumda başörtülü olmak, kişinin Müslüman olduğunun adeta belgesidir. Yanlış anlaşılmasın diye hemen belirteyim, sakın kimse bu sözlerimden “sakal bırakmayan erkeğin ve başörtüsü takmayan kadının Müslüman olmadıkları” gibi bir sonuç çıkarmasın. Çünkü resmi rakamları esas aldığımızda, sakal bırakmasalar ve başörtüsü takmasalar dahi, toplumumuzun ezici çoğunluğu Müslümandır. Helal ve haramlara riayet ettiğimiz oranda Allah’ın rızasını kazanacağımızı, riayet etmediğimiz oranda da bunun hem dünyada ve hem de ahirette bir cezasının olduğunu biliriz. Uzun sözün kısası, benim bütün bunlardan hareketle gündeme getirmek istediğim şey, inancımızı yaşamada birbirimize ne kadar yardımcı olduğumuzdur. Örneğin, bir din kardeşimizin Allah’ın haram kıldığı fiillerden birini işlediğine şahit olduğumuzda, ne yapıyoruz? Hemen ilişkimizi mi kesiyoruz? Görmezden mi geliyoruz? O fiile ortak mı oluyoruz? Veya onu o kötülükten alıkoymaya mı çalışıyoruz? Tabii, onu bir kötülükten uzaklaştırayım derken kullandığımız yöntem ve dil de önemlidir. Buna azami derecede özen göstermezsek, kişiye yarardan çok zararımız bile dokunabilir.

Benim burada asıl paylaşmak istediğim şey, genelde birçok erkek veya kadın Müslüman kardeşimizin ve özellikle başörtülü kardeşlerimizden bazılarının oruç esnasında zerre kadar sakınma ihtiyacı duymadan yemeleri, içmeleri ve sigara tüttürmeleridir. Elbette ki, hem erkek ve hem de kadın için oruç bozmayı gerektiren haller vardır. O hallerde tabii ki oruçlarını bozarlar ve bize de, kendileri için gönülden “afiyet olsun” demek düşer. Ama yine de gönül ister ki, orucun ruhuna uygun davransınlar; illa da oruçlu kardeşlerinin gözlerinin içine baka baka yemekten ve sigaralarının dumanını adeta kardeşlerinin yüzlerine üflemekten sakınsınlar.

Dikkat ederseniz, son yıllarda toplum olarak öyle bir açılıp saçıldık ki, artık sokaklarımız başta olmak üzere, ne işyerlerimizde, okullarımızda ve ne parklarımızda ramazanı görmüyoruz, göremiyoruz. Hâlbuki mazeretinden dolayı değil, kasıtlı olarak oruç yiyenlere dahi sorarsanız, birçoğu Müslüman olduğunu söyleyecektir. Buna rağmen nedense, bazıları ısrarla oruç tutmadıklarını görünür kılmaya çalışıyorlar. Bunlara bazı başörtülü kardeşlerimizin de sokakta, okulda, işyerinde veya parkta dâhil olmaları daha bir hazin oluyor. Tekrar edeyim, kimsenin yemesine, içmesine ve sigarasına bir sözüm yok, ama inançlarına saygıya davet etme hakkımız olsa gerek…

Bilmek ve görmek istemiyoruz, ama hakikat şu ki, oruç gibi bizi hem ruhen, hem bedenen ve hem de sahip olduğumuz servet üzerinden terbiye eden bir değerimizi günlük hayatımızdan çıkarmış ve sadece doyumsuz iftarlara ve camilerde teravih namazına sıkıştırmışız.

Önümüzdeki ramazanı hakkıyla ve layıkıyla ifa etmenin özlemi ve içten duasıyla…