• DOLAR 32.504
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...

ABD`nin başkanlarının tutumlarını, başkanın kişiliğine bağlamak, ABD politikalarını anlama konusunda ağır bir yanılgıdır.

ABD`de başkanlar, sistemin dönemsel tutumlarının sözcüsüdürler. Sistem, uzun hazırlıklar yaparak siyasi aktivitelerini belirlediği dönemlere uygun başkanlar seçtirerek (onları seçimler yoluyla tayin ederek) faaliyetlerini yürütür.  

Sistemin bu karakterinin oluşmasında en önemli etken, ABD`de siyaseti belirleyen en etkili unsurun Yahudiler iken başkanların Yahudi olmamasıdır. Bugüne kadar hiçbir Yahudi ABD başkanı olmamıştır. Ama sistem, bütün kurumları ile Yahudilerin etkisi altındadır. Sistem, kararlarındaki Yahudi etkisini saklamak için, faaliyetlerinin tamamını başkana yükler. ABD vatandaşları ve ABD dışındakiler de ABD siyasetini başkan etrafında açıklar; her şeyin başkanın elinde olduğuna inanır. Hâlbuki başkan dönemin simgesi olmaktan öte bir şey değildir. Trump da ABD`nin bugünkü siyasetinin simgesidir. Bu siyaset, “Bush doktirini”ne dayanmaktadır.

ABD, Bush doktirininin esasını oluşturan “önleyici savaş stratejisi” başlığı altında Suudi Arabistan`ın finansmanı ve onun etkisindeki kimi yönetimlerin katılmasıyla İslam dünyasını parçalama yoluna gitti. Bunu hâlâ sürdürüyor. Bugüne kadar akide üzerinden ayrılıkçı grupları İslam dünyasının dört bir yanında finanse etmekle İslam dünyasını kendi içindeki tartışmalara yönlendiren Suudi Arabistan`ın İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısından sonra Arap ülkelerini toplaması ve Trump`ın kararına karşı  “Arap Mini Bakanlar Komitesi” oluşturması gerçekte Kudüs davasına sahip çıkma değil, Kudüs davasını bir kez daha Araplaştırarak ümmet davası olmaktan çıkarma ve Filistinlilerin özgürlüğüne kavuşmasını erteleme girişimidir. Önümüzdeki dönemde bu tür “şeytanca” planların ardı hiç gelmeyecektir. Zira ABD, İslam`la mücadelede kararlıdır.

ABD`nin İslam`la mücadelesi yeni dönemde, Büyük Britanya ya da Çarlık Rusya`sının İslam dünyasını istila girişimlerinden daha ileri boyutlar taşımaktadır.

Büyük Britanya ve Çarlık Rusya`sı İslam dünyasının zenginliklerine göz dikmişlerdi; bundan dolayı İslam dünyasındaki siyasi/askerî örgütlenmeyle mücadele ederken sıradan Müslümana yönelik genellikle açık bir tavır içinde olmamışlardır.

Daha önce hem Doğruhaber`de yayımlanan makalem hem de “Batı-Türkiye ve İslam” kitabımda “Amerika`nın Müslümanları Dinsizleştirme” projesi başlığı altında anlattığım üzere ABD, İslam dünyasında bu kez ümmeti tamamen ortadan kaldıracak ve İslam`ı toplum bazında etkisizleştirecek bir strateji gütmektedir. ABD, “küresel kral” olmasının önündeki en ciddi engel olarak İslam`ı bilmekte ve bu engeli kaldırmak için uğraş vermektedir.

Küresel bir saldırıya ancak küresel bir mücadele ile karşı konur. Bugün dünya genelinde Müslümanlar dışında ABD`ye karşı fikrî bir söylem içinde bulunan yoktur. Sosyalizm ölmüş; onun yerine yeni bir ideoloji gelişmemiş, beşerin vahyi yok sayarak kendini yönetme iddiası, bizi Trump günlerine getirerek iflasını ilan etmiştir. ABD`nin dünyaya dayattığı sisteme karşı alternatif bir sistem geliştirmek yalnız Müslümanlara kalmıştır.

Müslümanlar, yüzyıla yaklaşan ama özellikle son elli yılla yayılan ve Suudi Arabistan kaynaklı enstitülerce zihinlere aşılanan “Her şey hazır değil mi? Neden sistem geliştirmekten söz ediyoruz ki?” diyen şeytani sesi artık bastırmaları gerektiğine inanmış olmalılar. İslam`ın sabitleri elbette hazır ama çağın o sabitler doğrultusunda nasıl yönetileceğini bilenimiz yok. Bu konuda bir hazırlığımız da söz konusu değildir. Biz hâlâ, Suudi`nin girişimleri ile 1960`lı yıllarda “İslam anayasası” konuştuğumuz günlerden fedakâr İslam mücahitlerinin emperyalizme karşı amansız savaşlar verip ardından sistemsizlik yüzünden mücadeleyi sistemli ama dışa bağımlı ulusalcılara teslim ettikleri günlere döndük. Suudiler üzerinden yürütülen bu sistemsizleştirme şeytanlığı, Ürdün odaklı ve hatta kimi Osmanlı ulemasının zamanında anayasal sisteme geçişe karşı itirazlarına da dayandırılarak güçlendirildi, Müslümanların kendilerini ve dünyayı yönetme hedeflerinin önüne engeller kondu. “Yetti artık!” deyip bu kısır tartışmalara son verilmeli.  

ABD`ye alternatif sistem,

1. İslam birliği fikriyatını yeniden ihya etmeli; ümmet için geniş bir şemsiye geliştirmelidir.

2. Dünya birliği fikriyatını geliştirmeli, “din yeryüzünde Allah`ın oluncaya kadar” hükmünü daha açık beyan etmelidir.

Müslümanlar, süreç içinde ırkçılığı kısmen aştılar, onun yerine mezhepçilik konmak isteniyor, memur alımında bile mezhep soranların İslam âleminde türemiş olması, mezhepçiliğin boyutlarını göstermektedir. Suudi`nin mezhepsizleştirerek dağıtma oyununun alternatifi bu olmamalı. Ehl-i Kıble anlayışı öne çıkmalı, “Ben Müslümanım” diyen herkes, akidevi anlamda kim nasıl bakarsa baksın, sistemin tutumu açısından Müslüman muamelesi görmelidir. Nitekim İslam`ın güçlü olduğu yıllarda tutum bu olmuştur, gerçekçi olan da budur. Bu tutum, dünya genelinde geniş bir İslamî blok oluşturur.

Öte yandan ABD`nin saldırıları karşısında Müslümanların kendi kurtuluşlarına odaklanmaları bencilce ve İslam`ın özüne aykırı bir yaklaşımdır.

ABD, İslamofobi üretimiyle dünyanın bütün toplumlarını İslam`a karşı kışkırtmakta, Müslümanları kendi dinlerinden hatta kendi mezhep ve meşreplerinden olmayan bütün şahısları hemen kesecek kişiler olarak tanımlamaktadır.

Onun tanımlamasında Müslüman, bulduğu ilk fırsatta Hristiyan`ı, Yahudi`yi, Budist`i öldürecek adamdır; yönetim fırsat anlamına geldiğine göre, Müslümanların dünyanın yönetimini ele geçirmesi onların bu dinlerden olanları yok etmeleri anlamına gelmektedir.

Gerçekten böyle midir? Müslümanlar, dünyaya hakim olursa kendilerinden olmayan herkesi yok mu edecekler?

İslam, Şam topraklarına ulaştığında Bizans gibi Ortodoks mezhebine mensup olmalarına rağmen ondan kimi hususlarda ayrılan Hıristiyan gruplarla karşılaştı ve o gruplara Şeriat güvencesi altında Bizans`ın tanımadığı imkânları tanıma sözü verdi, onlar da Bizans`a karşı İslam`ı tercih etti. 

Aradan 1400 yıl geçmiş ama medeni hukukta Şeriata ilgileri ile bilinen Mardin dağlık yöre ilçelerinden (Midyat-Dargeçit) İsveç gibi ülkelere göç eden Süryanilerin özlemi bizim için yol göstericidir.

Süryani büyükleri, gerek kendilerini İsveç gibi ülkelerde ziyaret edenler karşısında gerek Türkiye`ye ziyaret amacıyla geldiklerinde “Biz, sizin içinde ne mutluyduk! Din vardı, namus vardı, misafirperverlik vardı. Avrupa`ya Hıristiyan kardeşlerimizin yurduna sığınırsak daha iyi bir Hıristiyan olacağımızı zannettik. Oysa ne din kaldı ne namus ne o misafirperverlik gibi insanî değerler. Kiliseye ben ve yaşlı karımdan başka uğrayan yok. Evlatlarımız dinsiz. Nesil kurudu. Yeni doğanların kimliği ise belirsiz. Emin olun, kızımın evladının babasını, oğlumun evladının anne yönünden dedesini tanımıyorum! Ah, keşke hep sizinle kalsaydık!” diyor ve kimi zaman hüngür hüngür ağlıyorlar. Bu feryat, bütün insanlığa duyurulmalı.

Öte yandan Batı, İslam karşıtı mücadeleyi en çok kadınları odağa alarak yürütmektedir. Oysa Batı`da ve dünyanın diğer kesimlerinde son yüzyılda Müslümanlaşanlar daha çok kadınlardır. Kadın, emniyet ve sadakat arar; Müslüman olmayan kadın, emniyeti ve sadakati İslam`da bulmaktadır.

ABD`nin liderliğindeki küresel sistemin değerleri yok eden yapısına karşı Hindistan`daki Hindu, ABD`deki Hıristiyan hatta Yahudi “Ah, nerede İslam! Müslümanlar, buralara hakim olsalar da değerlerimizi korusak!” diyebilmeli. Dinden yoksun olan ise Hz. Ömer`in adaletini duymalı, öğrenmeli, küresel zulme karşı o adalet timsalini aramalıdır.

Devletler varlıklarını sürdürebilmek için farklı arayışlar içinde olurlar, kimi zaman işbirliği kimi zaman düşmanlıklar geliştirirler. Ama ümmet olarak bizim Amerika`da sistemin ırkçılığından rahatsız olan Hıristiyan veya dinsiz Siyahî`ye alternatif sistem anlamında umut olmamız gerekiyor.

İslam birliği ve insanlık birliği… Hep birlikte ancak böyle kurtuluruz.