Musibetlerimizi manevi çöküntüye dönüştürüyorlar
Manevi-sosyal çöküntü, maddi çöküntüye yol açtığı gibi maddi çöküntü de manevi-sosyal çöküntüye yol açabilir.
Toplumların maddi çöküntüsünü, manevi-sosyal çöküntüye dönüştürmek, çağın uluslar arası düzeni ve onun uzantılarının en mahir olduğu alanlardan biridir.
Halkların acılarını, gözyaşlarını onların maneviyatıyla oynamak için kullanmak, “düşük fırsatçılık”larının malumlarındandır.
Yakın dönemde İslam toplumlarına hep maddi çöküntü kullanılarak manevi çöküntü ısmarlandı. Maddi refahlarını bize reklam ettiler, kendimizle onlar arasında kıyas yapmamıza yol açtılar. Bize “Siz, madden gerisiniz” dedirttiler. Ardından “sizi madden geri bırakan, maneviyatınız olamaz mı?” diyerek bizi ayakta tutan o büyük gücü elimizden alma yoluna gittiler.
Her sıkıntımız bu amaç için kullanıldı, her sorunumuz onların bize, uyuşturucu-susturucu-pısırıklaştırıcı madde vermeleri için yollarını genişletti.
17 Ağustos depreminde, halkın nazarında, bizzat depremin müsebbibi olan israilin yardımlarının günlerce reklam edilmesi… Amerikan Başkanı Clinton`un burnunun bir bebeğe tutturulması… Bu amaca dönük olduğu gibi Van depreminde israilin üç-beş prefabrik kulübesinin ekranlara taşınması da bu amaca dönüktü.
Dikkat edilmişse israilin bu üç-beş prefabrik ev reklamı dışında Van depremi yardımında Batı yok… Batı, kendi boğaz derdinde. Ama onun kültürel uzantıları dimdik ayakta. Van`a yardım için rock konseri bile verildi.
Müzik, cumhuriyetin ilk yıllarında “ruhun gıdası” denilerek manevi boşluğun yol açtığı tahribat için bir tür teskin edici, uyuşturucu unsur olarak kullanıldı, teşvik edildi. Batı`da da öyleydi… Ancak o dönemde hiçbir zaman müzisyenlerin bir çemberi aşmasına izin verilmedi, katı askeri yapı o laubaliliğe müsaade etmedi.
Sağ iktidarlarla birlikte yoğunlaşan Amerikan kültürü Türkiye`de yüzlerce popüler şarkıcı türetti; sola güç verecek popüler protest şarkıcılar üzerinden deşarj edildi. Onların sahte-naylon bir toplumsal güce dönüşmesinin yolu açıldı.
Son dönemde ise durum daha da vahimleşti. Kültürel etkinliklerin toplumların manevi yapısında oluşturduğu çukuru ölçme muhakemesinden yoksun, muhafazakâr idareciler, bu sahte, bu naylon toplumsal gücün temsilcilerini resmen “azizleştirdi.” Düşük bir hayat içindeki bu kişilere bir “vaiz”, bir “iyilik çağrıcısı” rolü biçildi. Derhal tasfiye edilmesi gereken bu yoz kültür ve onun temsilcileri “iyilik”le özdeşleşir oldu. Nerede bir iyilik varsa önce şarkıcılar-çalgıcılar öne sürülüyor.
Kendilerince üstten alarak onları ıslah ediyorlar, onların sözde toplumsal gücünü ekonomik bir kaynağa dönüştürüyorlar, onların haram paralarından, gayr-i meşru kazançlarından sevap haneleri inşa ediyorlar. Gaflet içindeler…
Toplumsal hafızanın onların Somali resimleriyle, Van depremi yardımı resimleriyle dün karıştıkları, bugün karışmakta oldukları ve yarın karışacakları “pislikleri” birlikte göreceğini ve onların bu pisliklerini “normal” görme, haramlarını helal sayma, gayr-i meşru ilişkilerini “yücelmek” için basamak zannetme yanılgısına düşebileceğini akletmiyorlar.
Musibetlerimizi, maddi çöküntümüzü, manevi-sosyal çöküntümüz için araca dönüştürüyorlar, üstelik bunu sevap niyetine, “salih amel” adına yapıyorlar. Bu Batılı, kültür işgalcilerinin, “müzik, ruhun gıdasıdır” diyerek müziği, kalplere huzur bağışlayıcı zikrin, ibadetin yerine koymak isteyenlerin yol açtığı tahribattan daha büyük bir tahribata yol açıyor. Onların ki sadece kötülüktü, bunların ise “meşru” zannedilen, yüceltilen kötülük…
Başımıza gelenler, bize bir daha şunu öğretiyor:
Maddi durumumuzu başkaları için operasyonel bir alan haline getirecek şekilde ihmal edemeyiz.
Maddi gelişme-manevi çöküntü çelişkisi ile ilgili kimi özel durumlara yönelik tespitleri genelleştiremeyiz.
Kişinin yoksulluğuyla toplumun yoksulluğu farklı durumlardır. Biri zühdle hallolur. Diğeri kötü niyetlilere, gafillere kapı açar.
Manevi bir kalkınma gerçekleştirmek isteyenler; toplumsal maddi kalkınmanın da içinde olmak durumundalar.
Aksi halde ciddiye alınmazlar, toplumu “Aç kalan, domuz eti yiyebilir” hükmüne yönlendirmek durumunda kalırlar.
Yakın dönem İslam tarihi bunun örnekleriyle doludur.