• DOLAR 34.696
  • EURO 36.667
  • ALTIN 2963.369
  • ...

Sosyal bilimler, yüzyılı aşkındır insanlık için bilgi üretmiyor, Batı uygarlığının rakiplerini öldürmekle uğraşıyor. Hedefte ise öncelikle İslam medeniyeti vardır.

Hafta sonunda İstanbul’da SDAM’ın öğrenci buluşması vardı. Buluşma, gayet düzenli bir formatta ve iyi bir katılımla gerçekleşti. Vesile olan, katkıda bulunan, sunum yapan, katılan genç kardeşlerimize teşekkür ediyoruz.

Bu tür buluşmaların en umut verici yanı, gençlerin Müslümanların gereksinim duydukları bilgi disiplinine ilgi duyduklarını görmektir.  

Müslümanlar ve insanlık için çağın gereksinimlerini karşılayan bir bilgi disiplini kurmak, Gazze’deki mukaddes direniş ve o direnişin beynelmilel (küresel) hedeflerine varması için elzemdir.

Programda değerlendirme ve kapanış konuşması bağlamında gençlere ana hatlarıyla şunları anlatmaya çalıştım:  

MEDENİYET KIYAMINI ENGELLEMEK

Yüz yılı aşkın bir süredir insanlık olarak bilgi meselesinde yeterince fark edemediğimiz bir değişimle yüz yüzeyiz:

Son çağda bilgi, yeni bir dünya kurmak için üretilmiyor, aksine yeni bir dünyanın kurulmasını engellemek için üretiliyor. Sosyal bilimler bağlamında akademi, yeni bir dünya oluşturmak için üretim yapmıyor, aksine var olan dünyayı sürdürmek için üretim yapıyor. Bütün mesele; tutunmuş “Batı uygarlığı”na karşı, yeni bir tutunmayı engellemek, “tutunamayan” bir insan ve insanlık oluşturmak, birbirine tutunabilen iki insan dahi bırakmamak hatta kendi başına tutunabilen tek insan bırakmamaktır. Neticede gelişmeler karşısında “tutunamamak”, çağın alelade bir hâline dönüşmüştür. Görenler için bu, bilgi üretimi namına dehşet vericidir.

Kendilerini laik Beni İsrailî peygamberler konumunda gören Yahudi filozoflar, en geç 19. yüzyılın sonlarına doğru, Batı uygarlığının Yahudilerin eline tamamen geçtiğinden emin oldular. Kendilerince Batı uygarlığının artık, küresel bir Yahudi uygarlığı olarak tutunduğuna ikna oldular, sosyalizme el koyarak Batı’daki direnişin önüne geçtiler. Alman direnişini bozdular. Ardından bütün birikimleri ile kendilerini, uygarlıklarına karşı koyacak bir medeniyet kıyamının oluşmasını engellemeye adadılar. Yüz yılı aşkın bir süredir sosyal bilimler; sosyoloji, psikoloji, antropoloji, pedagoji, edebiyat ve sanat eleştirisi; bu hedef doğrultusunda çalışıyor.

Yahudi sosyal bilimciler ve çalışanları, kendileri açısından tarihin sonuna geldiklerine inanıyorlar, bunun için kendilerince son çatışmaları organize ederek uygarlıklarına meydan okuyabilecek, bu yönde insanlığa umut verebilecek her şeyi yıkıyorlar. Yeryüzünde tutunabilen tek bir hakikatin, tek bir düşüncenin kalmaması için emek ve sermaye tüketiyorlar. Sosyal bilimler, yüzyılı aşkındır insanlık için bilgi üretmiyor, Batı/Yahudi uygarlığının rakiplerini öldürmek için üretim yapıyor. Hedefte ise öncelikle İslam medeniyeti vardır.

Yahudi sosyal bilimciler, özellikle iki husustan dolayı, doğrudan İslam’la uğraşıyorlar, İslam medeniyetinin yeniden ihya olmaması için özel bir çaba sarf ediyorlar:

  1. Özellikle Alman direnişini bozmalarından sonra, kendilerine meydan okuyabilecek yegâne rakip olarak İslam medeniyetini biliyorlar.
  2. Mescid-i Aksâ, Müslümanların elinde ve Yahudiler; küresel zaferlerini kutlamak için Mescid-i Aksâ’yı yıkıp yerine Süleyman Tapınağı’nı inşa etmek istiyorlar.

Lütfen buradaki paradoksu görelim: Normalde, “Batı uygarlığı” dinsizdir ve her tür kutsalın karşısındadır. Ama Yahudiler, kendi kutsallarını inşa için Filistin’de savaşıyorlar, can veriyorlar. “Batı uygarlığı” ile Batı’nın dini yaşamı, görünümünü dahi kaybetti ama Yahudiler ise kendi dinlerini en radikal şekilde yaşatıyorlar. Netice net: Batı öldü, Yahudiler, küresel kral oldu.  

Burada bir aldatma var ve bu aldatmayı, Müslümanların Filistin’deki direnişi ifşa ediyor. Müslümanlar, Filistin’deki direnişle Yahudi uygarlığının sadece Süleyman Tapınağı’nın inşa edilmesini engellemiyorlar, sadece küresel zaferin son bayrağın dikilmesinin önüne geçmiyorlar. Aynı zamanda Yahudilerin insanlığı sürükledikleri tutarsızlığı da ifşa ediyorlar, onların sırlarını ortaya döküyorlar.

DAVASIZ BİR BİLGİ!

Modern dönemde, 1. Geçmişe ait her şey kötüdür. 2. Dini olan hiçbir şey bilimsel değildir, dendi. Yahudi filozoflar buna, 1. Cemaat olmak, sizi geri bırakır. 2. Bilgi bir davaya hizmet etmez. 3. Davası olan, bilim insanı olamaz, dediler.

Böylece bir medeniyet kıyamını engellemeye yönelik beş esas ortaya çıktı. Lütfen bu beş esasa dikkat edin. Önce bilgiyi laikleştirip dinsizleştirdiler, ardından bilgiyi davasızlaştırdılar. Bilginin davasızlaşması, insanın insan olarak kalması hususunda bilginin dinsizleştirilmesinden dahi daha aşağılayıcıdır, daha korkunçtur. Bunda insanı, insan olmaktan bile çıkarmak gibi bir amaç vardır.

Cemaat, yani müteşekkil bir topluluk olmak karşıtlığına gelince bu aslında, Yahudiler dışında hiç kimseye örgütlenme hakkı tanımama, dolayısıyla onlardan başka hiç kimseyi irade sahibi görmeme, insan saymama eğilimidir. Bu, kılıçla köleleştirilemeyen insanın, ikna yoluyla köleleştirilmesidir. Zira müteşekkil topluluklar oluşturma hakkı olmayanların iradesi hiçtir. Bilginin iş görmesi için sistematik olması ne kadar önemli ise insanın başarısı için de müteşekkil yapılar oluşturması o derece önemlidir.

Onların üzerimizde ne kadar etkili olduklarının anlaşılması için şunu görmek yeterli değil mi? Bu ülkede sosyoloji profesörlüğü konumuna çıkanlar, insanların topluluk oluşturmasını tehlikeli buluyorlar, insan iradesinin bastırılmasıyla ilişkilendiriyorlar. Anlayanlar için bu nasıl da korkunç bir sapmadır!

Bilim insanı davasız olunca akademik köle olur ve kişi, cahiliyede derinleştikçe sadece daha çok karanlığa batar. Bu durumda kişi ne kadar çok biliyorsa cahiliyeye o kadar hizmet eder.

ÖNÜMÜZDEKİ BÜYÜK ENGEL: CEBRİYECİLİK!

 Şehid kanı ayna gibidir, hakikati de hakikatin düşmanlarını da gösterir. Ama sakın, bu kendiliğinden olacak diye avunmayın. “Kendimiz olma”, “kendimize gelme” mücadelesinde baş engellerimizden biri, “kendiliğe”, yani insanî eylemlerde “tabii akışa” inanıştır.  

İslam’da bütün ihya hareketleri, cebriye, yani yanlış kader anlayışı ile mücadele etmişler. Başımıza gelen, bizim eserimizdir ve biz, onu def edecek iradeye sahibiz, demişlerdir. “Allah nurunu tamamlayacaktır!” buna inanıyoruz. Ama dikkat edin, her uyarıcımız, irademizi tatil etmemiz ve tembelleşmemiz için kullanılıyor. Elbette “Allah, nurunu tamamlayacaktır” fakat sen, bu işin neresinde olacaksın! Haşa, birileri adeta, biz oturalım, Ey Rabbimiz, sen yap, diyorlar. Haşa, kendilerini mi Rab biliyor, Allah’ı mı, pek karışık!

Moğol istilası sonrası güvenlikçi/asker imparatorluklar, irademizi hiçleştirdiler, “siz dua edin”, yeter dediler, bizi kapıkulu yaptılar. Yahudi filozofların seküler cebriyesi, yani kaderciliği olarak determinizm bunun üzerine geldi. Geçmişin cebriyesi gibi deterministler de irademizi hiçleştiriyorlar, bize yaşatılanlar için “zorunlu hâl, çağın gereği” diyorlar. Geçmişin cebriyesi gibi determinizmi de reddediyoruz. Çağ yoktur, çağlar vardır, diyoruz, bugün başkasına ise yarın bizedir. Bu hayat böyle gelmiş, böyle geçmez, biz onu değiştirme iradesine sahibiz, yeter ki isteyelim, Allah bize bu kabiliyeti vermiştir.

BİLGİMİZİ VE ZEVKİMİZİ YENİDEN İNŞA EDECEĞİZ

Şah Veliyullah Dehlevî ve Şeyh Halid-i Zülcenaheyn’den bu yana Müslümanlar, “Müslüman aklı”nı, Müslüman kalp, zihin ve pratiğini yeniden inşa için ilimleri ihya ediyorlar.

Buna rağmen yakın bir döneme kadar ruhumuz sağlam, bilgimiz zayıftı. Bugün de sakın bilgi eksiğimizi tamamladığımızı düşünmeyin. Batı uygarlığının Yahudi uygarlığına dönüştüğünü görmeyen bir bilgi kusurludur.

Her birimiz, bilgi dağının bir tarafından bakıyoruz. Bu, bizi maksadımıza ulaştırmaz. Mesele bilgi dağının tepesine çıkabilmek ve bütünü görebilmektir. Siz, bilginin hizmetkârı değil, efendisi olacaksınız, bilgi dağının tepesine çıkacak, bilginizi elinizin altına alacak, onunla oynayabileceksiniz. Bilgi ile oynayabilecek yetiye ulaşmışsanız bilginin efendiliğini yakalayabilmişsiniz.

İslam, çifte kanatlıdır ve biz, ancak çifte kanatlı yol alırız. Bilgisiz bir şuur öldürücü olduğu gibi; şuursuz bir bilgi de öldürücüdür. Maalesef henüz, bilgi ile şuuru buluşturamadık. Bunun için şuurumuz da bilgimiz de bizi yaşatmıyor. Biri bizi madden, diğeri bizi manen ölüme götürüyor.

Alimlerimiz, geçmişte dünyadan habersizdiler, aydınlarımız ise geçmişimizden habersiz. İkisi buluşmayınca yol almak mümkün olmuyor.

Sizin bilgi ile ilişkiniz, asla geçmişe dalıp kalmak şeklinde olmamalıdır. Yakın bir dönemde geçmiş bilgimiz sınırlıydı. Bugün bizi geçmişin tartışmaları, çözülmüş meseleleri içinde boğmak istiyorlar. İslam’da her tür bilgi, hâl ve gelecek içindir. Müslümanların bugünü ve yarınına hizmet etmeyen bir bilgiye ihtiyacımız yoktur.

Durmadan çalışacağız, zihinlerimiz durmadan üretecek; bugüne, yarına dair çözümler üreteceğiz. Ama bir Hadis-i şerif’i duyduğumuzda el pençe divan durup “Sadakte Ya Resûlallah!” diyeceğiz. İşte bu, Müslümanca duruştur. Sabitelerimizi öğreneceğiz, koruyacağız ve değişkenlerimizi yöneteceğiz ve o zaman yol aldığımızı göreceğiz.

Kesret içinde vahdet yok ise İslâmî olana ulaşılamamıştır. Bizim birliğimiz, çoklu bir birliktir. Çokluğa tahammül etmeyen, İslâmî değildir.

Medreselerimiz harıl harıl işleyecek, üniversite okuyanlarımız öğrenecek, nihayetinde hep birlikte bütünleşik bilgiye ulaşarak yol alacağız. Bizi, başarıya ulaştıracak olan bu kolektif çalışmanın ürünü bütünleşik bilgidir. 

Öte yandan, usulunca söylenmeyen söz, yerini bulmaz. İmam Gazzâlî’nin İhya’sının Mukaddime makalesini okumanızı özellikle istiyorum. Gazzâlî, orada sağlam bir özün anlatılmasında şeklin önemine değinir. İhya, dört bölümden oluşur ve her bölüm, on başlığa ayrılmıştır. Bu, toplam kırk eder ki kırk yaş, kemal yaşıdır. İhya’nın da yazılış gayesi, insan-ı kâmil’i yetiştirmektir. Gazzâlî, orada bir estetik kurmuştur.

Yönümüzü belirleyeceğiz ve o yön doğrultusunda bilgimiz gibi zevkimizi de yeniden inşa edeceğiz. Zevkimizi, yani sanatımızı başkaları üretiyorsa gayemize ulaşamayız. Bilgimizi, sanatımızla duyuracağız. Bunu başarabilirsek Gazze’deki şehid kanı, Arjantin’dekini de İskoçya’dakini de aydınlatacak ve onu karanlıktan kurtaracaktır.

Şunu hep merak etmişimdir: Şark Medreseleri veya Kürt medreseleri dediğimiz medreselerimiz neden kapatıldı? Araştırdıkça şunu gördüm, meğer coğrafyamız İslam aleminin farklı kıtalarını birleştirdiği gibi, alimlerimiz de birleştiricidir. Bizim Müslümanlar içinde imamet makamımız, onları bütünleştirmekten geliyor. Tarihe de bugüne de baktığınızda bu birleştirme fonksiyonunu ve ondan kaynaklı değer bulmayı görürsünüz. Müslümanların gücü ise birlikten gelir.

Sosyal bilimler aleyhimizde işlemiş. Öyle ki kimi zaman irfanımız, sözümüzün nereye varacağını bilmeye yetmiyor. Şahsen, bu konuda çok sorun yaşıyorum. Karşımdaki gence “Zengin olmalıyız!” diyorum. Gayem elbette sistemin bütünüdür, yani Ümmetin, Müslümanların, ülkenin, toplumumuzun zenginliğidir. Ama karşımdaki genç, bunu “Evet, ben çok zengin olmalıyım!” diye anlıyor ve söylediğimi kendisini sistemin dışına atmak için bir fetva gibi kullanabiliyor. Öğrendiği sosyal bilimlerin etkisiyle o gencin zihninde “biz” kavramı ölmüş, onun yerini bencilce bir “ben” almıştır. Bu, dehşet verici bir düşüştür, bir alçalmadır. Yaşananları takip edemeyince bu düşüşü göz önünde bulundurmadan konuşabiliyoruz, yanlış göndermeler yapabiliyoruz.  

Bunun gibi, “Kürt” dediğimizde de birilerinin aklına hemen ırkçılık gelebiliyor. Çünkü zihinler Kürt demekle ırkçılık arasında ilgi kurmaya ayarlanmış. Irkçılık şeytandandır ve bütün ırkçılar, Yahudilerin hizmetkârıdır. Buna böyle iman edeceğiz.

Bunun bile bile şu tespiti yapmaktan kaçınmayacağız: Kürt uleması, İslam birliğine karşı mücadele edenlerce tarih dışına atıldı. Bugün Kürt uleması dahi diyemiyorsunuz, öyle bir kavram bırakmadılar. Müslüman Kürt aydını kavramı ise hiç oluşmadı. Halbuki dünün Kürt uleması gibi, bugünün Müslüman Kürt aydını da Müslümanların bütünleştirilmesinde tarihi bir işlev görebilir.

Biz, algılara takılmadan, neye ihtiyacımız varsa onu üreteceğiz. Zeminimizden kopmayacağız ama mekân ve zamana da sıkışmayacağız. Tabiri caizse ve yüzeye bakan aklı noksanların ithamlarına maruz kalmayacağımız bir ifade ile, mekân ve zamanın üstüne çıkarak Müslümanlar olarak insanlığın önderliğini yeniden yakalayacağız.

Sosyal bilimleri birbirine tutunamayan iki insan dahi bırakmamak için seferber eden bencil siyonistlerin inadına tutunamayanlardan olmayacağız imanımıza tutunacağız ve iman üzere birbirimize tutunacağız.  Böylece imanda birlik gibi, insan unsurunda da birliğe ulaşacağız. İşte bu birlik, bize kuvvet verecek ve bizi insanlığın ihtiyaç duyduğu medeniyetin önderliğine götürecektir.

Çalışacağız, planlı çalışacağız. Sünnetullah’a sarılacağız ve dilimiz döndükçe dua edeceğiz. Duamız, yarınki planımız olacak, duamız ve çalışmamız bütünleşecek, işte o zaman Nebevi çalışma yöntemini, yakalayacağız ve hak ettiğimiz yere mutlaka ulaşacağız.