• DOLAR 34.704
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.77
  • ...

Müslümanların modern dünya karşısında karşılaştığı sorunlar, zorunlu bir kurtuluş hareketi doğurdu. Müslümanlar, en az iki yüzyıldır yoğun bir kurtuluş çabası içindeler.

İslam tarihinin son iki yüzyılına bakıp da Müslümanların dünya genelinde yaşananlara karşı duyarsız kaldıklarını öne sürenler ya süreci doğru okumamışlar ya da kasıtla çarpıtmaktadırlar.

Müslümanlar, dünyada yaşananlara hiçbir zaman duyarsız olmadılar, olamazlar da! Ne mukaddes şehirlerinin bulunduğu coğrafya, Müslümanların duyarsız olmalarına uygun ne İslam’ın Kur’an ve Sünnet’te ifade edilen buyrukları ne on beş asrı bulan Müslüman tecrübesi.

“Su uyur, düşman uyumaz!” tam da İslam coğrafyası için söylenmiş gibi. Bu coğrafyada yaşayanlar bir an için bile düşmansız kalmamışlardır, düşmansız bir hayat tasavvur edemezler.

Kur’an ve Sünnet, gafleti haram kılar. Müslüman, her an için hayatın da içindedir. Başkalarının günü, gün doğunca başlar. Müslümanın günü fecirle başlar. Ama bir de gece ibadetleri vardır. Müslüman her an tetiktedir.

Müslüman tecrübesi de Sâsânî sonrası İran isyanları, Bizans’ın yüzyıllara yayılan düşmanlığı, Haçlı Seferleri ve Moğol İstilası ile düşmanın ihmalinin nelere yol açabileceğini yeteri kadar izah etmektedir.

Dolayısıyla Müslümanlar, dünyayı hep takip etmişler ve ona karşı sürekli önlem geliştirmeye çalışmışlardır.

Bizim modern Batı’nın doğuşundan bu yana yaşadığımız sorun, duyarsızlık değil, çözüm geliştirememektir.

O günden bu yana çözüme/kurtuluşa yönelik çok yönlü düşünceler dile getirdik ama kapsamlı programlar yapamadık. Çünkü düşünce ve programlarımız bireysel, grupsal ve bölgesel kaldı. En kapsamlı programlarımız dahi nihayetinde “millî” nitelikte oldu. Ama aslında programlarımızın millîliği de sadece menşeyle ilgilidir. Yoksa Müslümanlar, bugüne kadar millî bir kurtuluş programı bağlamında dahi ilan edilmiş bir program yapmış değillerdir.

İslam dünyasında hiçbir devlet, Batı’nın istilasını bütün olarak reddeden, huruç (çıkış) harekâtı niteliğinde bir genel program ilan etmiş değildir. Sadece Müslüman düşünür, topluluk ve nadiren hükümetler dar kapsamlı görüşler dile getirdiler.

Özellikle hükümetler, bugüne kadar Batı’ya yönelik tepkiler dile getirmişlerse de hiçbir zaman Batı’yla bütün olarak mücadeleyi göze alamadılar. Ya Batı’yla mücadele ederken aslında Batı’nın dostu olduklarını ifade etmek durumunda kaldılar ya da Batı’nın bir yanıyla mücadele ederken diğer yanıyla bütünleşme arayışına girdiler.

Ne var ki meselenin çözümü tıkayan yanı bu değildir. Asıl sorun, bütün İslam dünyası aynı anda istila ve tehdit altında iken bugüne kadar çözüme yönelik bir ümmet dayanışması yaşanmaması, bu yönde düşünsel bir dayanışmanın dahi organize edilememesidir.

Düşünsel anlamda ümmet dayanışmamız hem kusurlu hem neredeyse tamamen kaçaktır. Düşünürlerimiz, “millî” olmaya zorlanıyor. “Önce milletini, ülkeni düşün!” yönündeki telkinler çoğu zaman bir tehdit boyutuna ulaşıyor ve nihayetinde düşünür, İslam aleminin genelinin kurtuluşundan söz etmekten ürkmeye başlıyor.

Bununla beraber Müslüman düşünürleri bir araya getirecek kapsamlı buluşmalar yapmayı kimse göze alamıyor. Zaman zaman alim buluşması şeklinde gerçekleşen buluşmalar hiçbir zaman şikâyet, dilek ve temennilerin dile getirilmesinden öte bir içeriğe bürünemiyor. Bunu aşan her tür öneri, hâlâ bir ütopya alarak görülüyor.

Akledenler için bu, hakikaten ürkütücüdür. Zira İslam dünyası gerçekte ilk günden bu yana kurtuluşa hep çok yakın olduğu hâlde, zihinlerde çok uzak gibi düşünülmüştür. Zihinlerin bu şekilde aldanması, asla salt Batı propagandaları ile de açıklanamaz.
Yakın bir döneme kadar bizde umutsuzluğun asıl sebebi bugüne kadar yeteri kadar irdelenmeyen “Kıyametçi umutsuzlar”dır. Dindarlığını neredeyse “kıyamet yaklaştı” demekle duyuran bu zihniyet, kurtuluş çabalarının kısır kalmasında hiç de az rol oynamadı. Zihnen Kur’an ve Sünnete epey uzak bu kesimlerin Müslümanlar üzerindeki etkisi hiç de az değil.

Son dönemde İslam dünyasında güçlenen ilahiyat akademilerinin ise bir yanı o umutsuzlara dayanıyor, diğer yanı oryantalistlerden aldıklarına.

Son devrin en tehlikeli akımı ise Müslümanların kurtuluş çabasının nihayetinde İslam’dan uzaklaşma çabasına dönüştürülmesidir.

“İslam’dan uzaklaşırsak kabul görürüz!” yönündeki düşünceler, 20. yüzyıl boyunca Müslümanlara öğretilmiş siyasi bir eğilimdir. Tarihi bir aldanmadır. Aradan yüzyıldan fazla bir zaman geçti ama hâlâ İslam’dan en çok uzaklaşan “Müslümanlar” dahi Batı nezdinde kabul görmüş değiller.

Buna karşı söz konusu “Müslümanlar” yeteri kadar uzaklaşamadık, bunun için kabul görmüyoruz hatasındalar.

Gelinen noktada Müslümanlara, insanlığı tüketecek ahlaksızlıkları onaylamaları öneriliyor. Bunu yapmaları durumunda dünyanın onları kabul edeceği öne sürülüyor ve buna karşı çıkan İslam ehli, dünyayı kavramamakla itham ediliyor.

Bu kadar korkunç bir öneri karşısında bile hâlâ her birimiz kendini ispat için bir miktar Müslüman eleştirisi gereksinimi duyuyor. Müslümanlara dayatmada bulunanlara karşı görüş beyan edenlerimiz ise hâlâ aşağılanıyor, ötekileştiriliyor.

“Eleştiri”, “tenkid” anlamında “tahkik” ve “tefhim” için zorunludur. Ama eleştirinin gittikçe asıl hedeften kaçış ve istilacılara yaklaşmak için kullanılması acziyet ve düşüklüktür. Ancak aciz şahsiyetler, sorunlarından kaçarlar ve ancak alçaklar zalimlere yaranmak için mazlumu eleştirmeye yönelirler.

Gün, cesurca programlar yapma ve sahiplenme günüdür. Bunun için acilen düşünsel bir Ümmet dayanışmasına ihtiyaç vardır.

Müslüman düşünürler, milliyetçi, bölgeci dar kalıpları aşarak buluşturulmalı, kapsamlı kurtuluş programları yapılmalı ve bu programları izah seferberlikleri düzenlenmelidir. Hepimizi ıslah edecek bir inşa ancak bu şekilde olur.

Bunun için de kendisini milliyetçi, bölgeci zihinsel baskılardan kurtarmış düşünürlere ihtiyaç var ya da düşünürlerimizin kendilerini o tür etkilerden kurtarmaya ikna edilmelerine.

İslam tarihinde bu yönde iki halkın alimleri çok önemli işler gördüler. Kürt alimler ve Mısırlı alimler… Ne yazık ki bugün her iki kesim de milliyetçi, bölgeci düşünceler kıskacına sürüklenmek isteniyor.

Doğrusu diğerlerinin kendilerini o tür etkilerden kurtarmaları gerekli iken bu alimler de kapsamlı düşüncelerden uzaklaşmaya zorlanıyor.