• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.89
  • ...

Çağın Müslümanının yaşadığı sorunlar, çoğu zaman salt modernizmle izah ediliyor. Bu izah eksik kalıyor. Çünkü sorunun kaynağı modernizm değil, modernizm karşısında nasıl tavır alınacağını bilmemektir. Modernizme karşı doğru bir tavır takınıldığında ise onu sürdürememektir. İşte bu noktada karşımıza kültürün kelepçesi çıkıyor.

Kültür, modernizmin alternatifi gibi sunuluyor. Bu, dehşet verici bir tuzaktır. Zira kültür, modernizmin alternatifi değil, payandasıdır, modernizmi anlamlı kılan argümanların dayanağıdır. Dolayısıyla modernizmden kültüre kaçan toplumların nihayetinde varacağı yer modernizmin acımasız dünyasıdır.

MÜSLÜMANLAR VE KÜLTÜR

Müslümanlar, modernizme büsbütün hazırlıksız yakalandılar ve toplumların bütün değerlerini katleden modernizme karşı kültürü güvenilir bir sığınak gibi gördüler. “Çocuğumuzu kültürümüze göre yetiştirirsek modernizmin yıkımından koruruz” diye düşündüler. Zira pek çok Müslüman, kültürü İslam’la bir gördü. Kültürümüz, İslam’ın ürünüdür, kültürümüzü korursak dinimizi de koruruz, sandı.

Oysa, İslam evrensel; kültür ise coğrafi ve kavimseldir, tek başına evrenselleştirilemez. Bugüne kadar kültürü evrenselleştirme yönündeki çabalar hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Her kültür, bir coğrafyada, bir kavim içinde ve zamanla oluşmuştur. Dolayısıyla kültür, İslam’dan ne kadar beslenirse beslensin, nihayetinde coğrafya ve kavimlerden çok şey alır.

Coğrafya sabittir, zaman da geçmişte kalma gibi dolaylı bir sabitliğe sahiptir. Coğrafya ve zamanın bu sabitliği, kültürü mekânda sabitleştirmekte, zamanda statikleştirmektedir.

Örneğin, bozkırdan dağlık bir coğrafyaya geçene bir kavim, kültürünü kendisiyle birlikte olduğu gibi transfer edemez. Kültürün sahiplerinin transferdeki ısrarları, kuşaklar arası çatışmaya yol açar. Aynı şekilde kendi kavminden başka bir kavmin içine göç eden bir topluluk da kültürünü olduğu gibi transfer edemez. Bu yöndeki ısrar da çatışmalara yol açar ve bu çatışma, nihayetinde değişim yönünde yol alır. Buna karşı direniş sadece gecikme sağlayabilir.  

Buna karşı İslam’ın sabiteleri, coğrafya ve zamanla sınırlı değildir. Onları, dilediğiniz coğrafyada, dilediğiniz zaman dilimi içinde tatbik etme güç ve imkana sahipsiziniz. Dolayısıyla İslam’ın farklı zaman ve coğrafyalarda yaşamasının önünde engel yoktur.

İslam, din ve medeniyettir. İslam’ın medeniyet yanı insanın iradesine değişimde bulunma sorumluluğu yükler. Bu yanıyla İslam, değişkenler üretmeyi sadece bir hak kılmaz, aynı zamanda bir sorumluluk noktasında tutar. Bunun için Buhara’daki bir cami ile Kudüs’teki bir cami, sabitelerde aynı olmakla birlikte şeklen bir değildir. Buhara’nın coğrafyadan kaynaklı ihtiyaçları ve oradaki toplumdan kaynaklı beğeni caminin mimarisine yansıtılmıştır.  

İnsanların sadece iradesi sağlam kesimi, değişimlere açıktır. Kitleler ise sürükleyici bir teşvik veya zorunluluk söz konusu olmadan değişimi istemezler. Bunun için değişim iradesi, öncülerini kaybettiğinde statik kültürün istilasına uğrar.

İhya önderlerinin yetişmediği devirler uzayınca pek çok noktada İslam, kültürün istilasına uğramıştır. Öte yandan bazı coğrafyalarda İslam daha yayılırken, davette bulunanların tedriçten yana tutumları, kültürle İslam’ın sentezlenmesine yol açmıştır.

İslam’da esas olan, örf ve kültürün İslam’ın esasları ile çatışmayan yanlarına müsamaha göstermektir. Halbuki İslam dünyasının pek çok noktasında kültür, İslam’ın üretim yanına galip gelmiş, Müslümanların değişkenleri İslam’ın sabitelerinin yaşama yansıyan yönlerini bertaraf edecek kadar ileri gitmiş ve o değişkenler, sabite hâline gelmiştir. Bu da ortaya bir tür “geleneksel İslam” denen ama aslında “kültür Müslümanlığı” denebilecek bir inanç ve yaşam tarzı çıkarmıştır. “Milliyetçi, muhafazakâr aydınlar” ise o tarzın sözcü ve kalemşörleri konumundadır.

Kültür, genel olarak hantaldır, değişimi ve aksiyonu sevmez; yaşlıdır, gençliğin önünü tıkar; erkekçidir, kadını hiçleştirir.

Bu nitelikler dikkate alındığında tam aksi yönde yol alan modern dünyada böyle kültürel bir dindarlığın yaşama ihtimali zayıftır, yaşasa da mutlu etmez ve sürekli bir çatışmaya yol açar.

KÜLTÜR KELEPÇESİ

Müslümanlar, modernizmle karşılaştıklarında “mazisine sahip çıkma” gibi, Müslümanların geçmişinde yeri olmayan bir dava edindiler. Kendilerini modernizmin yeniliklerine karşı mazinin savunucuları gibi öne sürdüler.

Hangi mazi? Maziden kastedilen, modernizm öncesi zamanın hepsi ise o zamanın mühim bir kısmı İslâmî değil, kültüreldir. O devirlerin mühim bir kısmında İslam’ın nasla belirlenmiş ahkamı terk edilmiş, toplumsal yaşamda bile evlenme hürriyeti ve mirastan pay alma gibi temel haklar yok sayılmıştır. Ortaya Rabbini anan ama manen ve madden kendisini temiz tutmayan bir toplum tipi çıkmıştır.

Yok maziden kasıt, Asr-ı Saadet ise Asr-ı Saadet, mazi değildir, ay ve güneş gibi her devrin hazırıdır. Müslümanlar, elbette kendilerinden önceki Müslüman içtihadı ve tecrübesinden istifade edecekler. Ama bu üretimde taklit değil, tecrübenin değerlendirilip gereken kısmının aktarılması şeklinde olacaktır. Müslümanlar arasında biyografi yazmanın çok gelişmesi de bununla ilgilidir.

Halbuki mazi savunuculuğu, çoğu zaman tamı tamına bir kültür savunuculuğuna dönüşmüştür. Nitekim, mazi savunuculuğunu yapanlar da mazi, kültür ve dini bir tutmuşlardır. Onların bu söylemi, modernizmin gençlik arasında ve değişime yatkın kadınlarda başta olmak üzere toplumda taraftar bulmasının ana etkenleri arasındadır.

Dünyanın iletişim ve ulaşımla gelişmiş ülkeler ve metropollerde buluştuğu bugünün dünyasında kültür savunuculuğu ve kültürü transfer edip yaşatma mücadelesi karşımıza bambaşka mahsurlar da çıkarmaktadır:

Coğrafya ve zamana bağlı kültürü yaşatma inadı, dindar insanın metropollerde önce marjinalleşmesine, sonra kuşak çatışmaları kargaşası içinde yeni nesillerini yitirmesine yol açmaktadır.

Yeni kuşakları kültür namına mazi içinde tutma çabası, Müslümanların İslam’ın ön gördüğü şekilde gittikleri coğrafyalarda İslâmî bir yaşam kurmalarının önündeki en büyük engeller arasındadır.

Kültürü yaşatma ısrarı, yeni kuşakların, İslam’ın sabiteleri çerçevesinde yeni dünyalarına adapte olmalarını engellemekte, kültürden ayrılan gençliğin İslam’dan ayrılmış gibi itham edilmesi kopuşların en önemli nedenleri arasında yer almaktadır.

Daha da ötesi, metropollerde mazi çerçevesinde kültür ısrarı, ortaya “etnik bir Müslümanlık” gibi asla görmezlikten gelinmeyecek bir tehdit te barındırmaktadır. Nitekim, kültür ısrarı, gayrimüslim çoğunluklu coğrafyalarda “Arap camisi”, “Türk camisi”, “Kürt camisi” gibi cami türleri doğurmuştur.

Bunun yanında kültür ısrarı, gayrimüslimlerin İslam’a geçişlerinin önünde de büyük engel teşkil etmektedir. Zira din değiştirme, kültür değiştirme ısrarına dönüşmektedir. Oysa din değiştirmek, ne kadar kolaysa kültür değiştirmek o ölçüde zordur. “Maria”yı zorla “Meryem” yapma çabası ve Maria’yı, tesettür sabitesini aşarak, coğrafya ve geleneklerine uymayan kıyafetler giymeye zorlamak trajikomik sonuçlar doğurmaktadır.

Birkaç kişi, böyle bir değişimi kabul edebilir. Ama İngiliz toplumunun kitlesel hâlde böyle bir değişim geçireceğini hayal etmek bile abestir. İslam’da tesettür, kimliğin bir parçasıdır; giysinin kumaş, renk ve dikilişi ise ihtiyaç, imkân ve beğenilere bırakılmıştır. Buna rağmen, Maria’yı sıcak iklim insanı Arap ve Türk’e benzemeye zorlamak kabul edilemez. Maria, tesettüre bürünecek; ama kendi dünyası içinde bunu gerçekleştirecektir. Bu, kültürle ilgili anlatılanlarla da bir tutarsızlık teşkil etmez.

YENİLİĞİ STATİKLE ENGELLEMEK!

İnsanlığın sabiteleri değil ama elin üretimleri bakımından eski, yeniye yenilmeye mahkumdur. Hiçbir ısrar, kullanışsız eski bir malzemeyi, kullanışlı yeni bir malzeme karşısında sürdüremez.

Bu mahiyette, modernizmle ilgili geçen yüzyılda başlayan ama son otuz yılda salt akademilere terk edilen tahlilleri sürdürmek durumundayız.

Müslümanın, rahleyi simgesel olarak yaşatırken masayı kullanması, modernizme kapılmak mıdır? Rahle, bir sabite midir? Bu soruya sadece, Asr-ı Saadet’te rahle var mıydı? Sorusunu sorarak bile cevap vermek mümkündür.

İslam’ın sabiteleri kıyamete korunacaktır. O sabiteler, zaman ve mekâna sınırlı olmayan Allah tarafından konulmuştur, zaman ve mekândan bağımsızdır, Müslümanların çağ ve coğrafyaları aşan kimliğidir, onlarsız bir İslam düşünülemez.

Müslümanların, zaman ve mekândan kaynaklı ihtiyaçları ile ilgili değişkenleri ise zaman ve mekân değiştikçe değişebilir, değişmelidir. Onlar, sabitelerle ilgili de olsa sabite değildir.

Müslüman, sürekli bir gelişme, ilerleme ve yükseliş içinde olmalıdır. Dolayısıyla yeniliği takip etmekle kalmak bile onun yürüyüşüne aykırıdır. Müslüman, değişkenlerde yeniliğin öncüsü olmalı, insanlığın yenilik talebine önderlik yapmalıdır. Yenilenmeyi bütün değerlerden kopuş olarak anlayan modernizmi bertaraf etmenin yolu da budur.