• DOLAR 32.314
  • EURO 35.064
  • ALTIN 2279.904
  • ...

Son dönemde psikologa gitmek, psikolojik tedavi görmek adeta bir furyaya dönüştü. Gayet aklı başında ama herhangi bir sebepten canı sıkkın pek çok kişi soluğu psikologlarda almakta, dahası “psikologdan randevu almayı” bir tür “aklı başında bir insan” ya da “bilinçli bir modern” olmanın mesajı gibi kullanmaktadır.  

“İnanın, psikolojik tedavi alıyorum!” demek de ayrıca bir payeye dönüştü.

Çok mu normal? Asla!

1990’lı yıllardaki liberalleşme ile birlikte başlayan ve diziler üzerinden topluma kabul ettirilen bir yanlış tedavidir bu. Bireyi daha da bunaltan, toplumu dağıtan bir tedavi!

Günümüzde psikoloji denen bilimin alanına giren hastalıkların tedavisinin bir bölümü tıbbîdir; diğer bölümü ise tıpla ilgili görünse de salt can sıkıntısını gidermekle ilgilidir.  

Nitekim günümüzde psikoloji biliminin alanıyla ilgili tıbbi tedavi psikiyatrist denen tıp mezunu uzman doktorlar tarafından yapılmaktadır.

İslam, bu tedaviye önem vermiştir. Henüz ilk dönemde İslam âleminde açılan hastanelerde akıl hastalıkları servisleri vardır.

Örneğin Hicri 270, Miladi 884’te vefat eden Ahmet b. Tolun’un Mısır’daki camisinin yanı başında kurduğu hastanede akıl hastalıkları servisinin bulunduğunu biliyoruz. Bu alanda İslam âleminin yüzyıllar boyu, dünyanın önünde gittiği de biliniyor.

Müslümanlar, o alanda dünyanın birikiminden yararlanmışlar ve kendileri de yeni üretimlerde bulunmuşlardır.

İnsandaki can sıkıntısıyla ilişkili içsel bunalıma gelince Müslümanlar, henüz ilk günlerden itibaren o alanda sorun yaşayanları ilim ve irfan sahiplerine yönlendirmişlerdir.

O tür sorun yaşayanların kendilerini ifade etmeye, onları sabırla dinleyecek bir bilene ve birkaç cümleden ibaret de olsa hoş sohbete ihtiyaçları vardır. Sorunun devam etmesi durumunda anlatış ve sohbetlerin sürekliliği sağlanır. Böylece sorun ücretsiz, kesin ve kolayca çözülür.

Eski Batı’da da buna yakın yöntemler uygulanıyordu. Ancak Batı’da Katolik Hıristiyanlığın çöküşünü fırsata dönüştüren Yahudiler, Sigmend Freud önderliğinde “ruhsal tedavici” anlamında “psikologluk” diye bir alan ürettiler.

Freud, bir Yahudi’ydi ve bunun anlamı, papazını kaybeden Batı’nın hahama sığınmasından başka bir şey değildi.

Freud, “nefsanî arzulara uyma” üzerine bir tedavi şekli uydurdu; hastalarına kendilerini salmalarını öğütledi, bununla birlikte afyon gibi bir uyuşturucu maddeyle hastalarını uyuşturarak sözde iyileştirme yöntemine başvurdu. Onun Batı tarafından bir tür sağlıklı sorgulanmayan tedavi (!) biçimi,  madden kalkınan bir Batı’nın manen çöküşünde çok önemli bir rol oynadı.

Freud psikologluğu, Batı’dan sonra yakın dönemde bütün dünyaya yayıldı. Türkiye’de de ne yazık ki psikoloji alanı tamamen Freud zihniyetine teslim!

O zihniyet, dizilerin ve genel ortamın etkisiyle kendisine sığınana, bireyselleşmeyi, içinden geldiği gibi yaşamayı tavsiye etmekte; insanları bencilleştirip etrafları ile çatıştırmakta ve sorunlarını derinleştirmektedir. Psikiyatrist imzası gerektirmeyen ilaçlar ise can sıkıntısı yaşayanları bambaşka sorunlarla karşı karşıya bırakmaktadır.

Bu tedavi, vahye dayalı maneviyata karşı türetilip örgütlenmiş ve bir sömürüye dönüştürülmüş bir seküler manevi kılavuzluktur. Ne var ki Freudçu psikoloji hem manevi olanı reddetmekte hem de manevi tedavi yapmak gibi bir rol üstlenmektedir. Bu, insan aklıyla alay etmekten başka bir şey değildir.

Ona sığınmak, hanemizin altına dinamit koymaktır. Lütfen yapmayın!

Buna karşı çözüm, manevi rehberliğe sığınıştır. Geçmişte bilge şahsiyetler, irfan ehli âlimler yaparlardı. Günümüzde ne yazık ki o sistem çöktü. Ama onu ihya etmek bizim elimizde.

Bilge insanlarla dost olabilir, onların manevi rehberliğine sığınabiliriz ya da hakkı bilen ama bununla beraber insanın iç halleri hakkında uzman sıfatını almış, maneviyatı sağlam kişilere başvurabiliriz.

Günümüzün karmaşık dünyasında kişinin “dindar” olması, onun Freudçu olmadığı anlamına da gelmiyor. Bunun için tercihimizi mutlaka doğru yapmalıyız.