• DOLAR 32.6
  • EURO 34.774
  • ALTIN 2499.014
  • ...

Bolu Belediye Başkanının göçmenlere yönelik tutumunun kaynağında, kimse sağa sola çekmesin, Fransız menşeli müstemleke ırkçılığı vardır.

Bu ırkçılık, temelde Müslüman toplumlar arasında düşmanlık ihdas etmek için üretilmiştir. Nitekim Birleşik Arap Emirlikleri, bütün Arap dünyasında bu tür bir ırkçılık üzerinden Türkiye düşmanlığı yapmaktadır.

Türk, Araba düşman olacak; Arap, Türk’e; Kürt, Fars’a; Fars, Kürd’e… Böylece İslam dünyasında birbirine düşman olmayan kimse kalmayacak ve Batı, İslam dünyası üzerindeki tahakkümünü sürdürebildiği kadar sürdürecek.

Öyle değil mi diyoruz. Öyleyse, Bolu’ya bir anda 500’er İngiliz, Fransız, Alman ve Rus’un geldiğini düşünelim.

Bolu Belediye Başkanı, onları şehrin girişinde senfoni orkestrası ile karşılamaz ve Bolu’ya derhal “Çok kültürlü bir dünya kenti” ilan etmez mi? Misafirlerini memnun etmek için laik çağdaşçıların pek sevdikleri festival üzerine festival düzenlemez mi?

Öte yandan Birleşik Arap Emirliklerinin Türkiye düşmanlığı yaparken İngiliz-Amerikan mandası konumunda kalmaktan duyduğu memnuniyeti neyle açıklayacağız? 

Meselenin bu yanını kabul ettikten sonra Türkiye’de çok ciddi bir göçmen politikasızlığı sorunu olduğunu da kabul edelim:

Türkiye, çevresinde gelişen sorunları haklı olarak büyüyen ekonomisi için avantaja dönüştürmek istiyor. Bunun için son yıllarda bölgede etkin bir güç olma hedefinin yanında ekonomisine insan kaynağı sağlamak için de kapılarını dışarıya açmaya başladı. Ancak bunu yaparken göçle gelenlerin toplumla uyumları konusunda kayda değer tek proje geliştirmedi.

Suriye göçmenleri örneğinde olduğu gibi özellikle büyük göç dalgaları ile gelen göçmenler, buraya zannedildiği gibi kendi kültürleri ile gelmiyorlar. Aksine, yaşadıkları şokla çoğu zaman kültürlerine de aykırı bir yaşam tarzına geçiyorlar. Kültür konusunda bir tür boşluğa giriyorlar ve o boşluk içinde kendileri çok şey kaybettikleri gibi yerleştikleri yerde de çok tahribata yol açıyorlar.

Suriye’den gelen farklı köklerden ve farklı toplum kesimlerine mensup milyonlarca insan, bir anda İstanbul gibi şehirlere ağır geldi. Türkiye’nin güvenlik sahası dışında göçmen politikasından yoksunluğu, o ağırlığı katladı ve Fransız menşeli müstemleke ırkçılarına dopdolu bir propaganda gündemi sundu.  

Bu propaganda, İslam kardeşliğine zarar veriyor ama aynı zamanda hükümetin geleceğini de tehdit ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediye seçiminin kaybedilmesinde göçmen politikasızlığı, önemli bir paya sahiptir. Şimdi o örneklik üzerinden önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimi kaybettirilmek isteniyor.

Kabul edelim ki İstanbul gibi şehirlerde göçmen sorunu böyle bir potansiyele de sahiptir.

Daracık bir sokakta gelişigüzel oturan, çay kahve içip kahkahalar atan bir Suriyeli topluluğu… Mahallede çetin bir kavga varmış gibi kesif bir gürültü… Camlarınızı sıkı sıkı kapatsanız dahi evde sağlıklı bir telefon görüşmesi yapmanızı engelleyecek kadar içeri sızan düzensiz sesler, bağırışlar, kahkahalar…

Başınızı camdan çıkarıp uyardığınızda Suriyeli düşmanı oluyorsunuz. Boşluğa düşen Suriyeli, böyle algıladığı gibi vaziyetin düzelmesi için müracaat ettiğiniz “lojman memurları” da böyle algılıyorlar ya da meseleyi hükümet politikalarına bağlayıp geçiyorlar. CİMER’in yönlendirdiği Göç İdaresi de herhangi bir müdahaleyi polis kaydı şartına bağlıyor çünkü işin sadece güvenlik yanına bakıyor.

Bunu İstanbul’un kadim semtlerinde oturanlar olarak, on yılı geçti, esefle yaşıyoruz. İmkânı olanlar evlerini değiştirdiler, bir tür şehir içi göçmeni oldular, olmayanlar perişan hâldeler… Bu, açık bir zulüm…

Yeni semtlerde ise alt, üst, yan katlarda sabah dörde kadar bağırışlar içinde konuşup gündüz ikide uyanan Suriyeliler… Suriyeliler, Halep’te, Hama’da böyle mi yaşıyorlar? Değil herhâlde.

Toplum, fenaca rahatsız ve öfkeli! Zihninde meseleyi ceza konusu yapmış. Elindeki imkân ise sandıktır. Oysa idareciler, meseleyi çaresiz görüp topluma “Dayanmak zorundasınız!” der gibi muamele ediyorlar.

Halbuki sıkı bir adaptasyon eğitimi (kursları) ve takibi bu sorunların yüzde doksanını çözerdi. Ayrıca sorun durumunda müracaat için Suriyeli gruplar içi bir idare oluşturulabilir ya da her semtte Suriyelilerden sorumlu bir uyum birimi teşkil edilebilirdi. O durumda ne evinde sükûnet bulamayan vatandaş, Suriyeliden şikâyet edip hükümete oy vermemeye yemin eder ne Suriyeli, halk bana düşman algısına kapılırdı.