• DOLAR 32.596
  • EURO 34.822
  • ALTIN 2508.413
  • ...

İmanın kendisine has bir tadı vardır. İnsan o tadı alınca mutlu olur. Ancak o tadın çok düşmanı vardır.

Şeytan ve onun insanın iç dünyasındaki işbirlikçisi nefis, imanı tatsızlaştıranların başında gelir. İnsan, imanın tadını almak istedikçe şeytan ve nefis, onunla o güzel tat arasına girer.

Mü’minle imanın tadının arasına giren diğer bir unsur da fasıklardır.

Fasık, imanın tadını alamadığı gibi samimi mü’minin de imanın tadını almasını engeller. Bunu kimi zaman davranışları, kimi zaman sözleri ile yapar.

Fasık aynı zamanda, kafirlerin mü’minlere zarar vermek için yol bulmasına da neden olur.

Tutumları ile mü’min insanın, imanın düşmanları tarafından hedef alınmasına yol açar.

Günümüzün dünyasında alt saha parçalanmış, alt sahanın kontrolünü kaçırmak istemeyen muktedir kuvvetler ise bu parçalanmışlığa tam zıt olarak bütüncül planlarla hareket ediyorlar.

Düşmanlık yaptıklarında bütün imkânlarını aynı anda kullanarak hedeflerini yorup imha edinceye kadar vuruyorlar.

Bugün o güçler, bütün imkânları ile İslam’a karşı savaşıyorlar. Tek bir mü’minin imanından tat almaması için girebilecekleri ne yollar, dalabilecekleri ne çukurlar varsa o yollara giriyorlar, o çukurlara dalıyorlar.

İmanın tadını arayan mü’min, onların bir tuzağını aşıncaya kadar, başka bir tuzakları ile karşılaşıyor.

Modern çağlara kadar, hiçbir Müslüman topluluk, içinde bulunduğu toplumun dışından böyle bir saldırı ile karşılaşmamıştır.

Ne Bizans ne Sasani, Mü’minleri yormak için, böyle saldırılar düzenlemiştir.

İslam’ın çağdaş düşmanları, her gün sözde yeni bir hak hususunu gündeme getiriyorlar. Sanki dünyayı onlar değil de iman ehli yönetiyormuş gibi bütün haksızlıklardan İslam’ı ve mü’minleri sorumlu tutuyorlar.

Farkındaysak bu tersine dönmüş bir saldırıdır, bir rekonkistadır, karşı fetihtir.

Klasik olarak Müslümanlar, son yüzyıla kadar bütün sorunlarından İslam düşmanlarını sorumlu tutuyorlardı. Şimdi neredeyse dünyanın bütün sorunlarından Müslümanlar sorumlu tutulacak.

Mü’minin zihni, henüz bir saldırının hakkından gelmeden başka bir saldırı ile karşı karşıya kalıyor. Mü’min beyni ister istemez yoruluyor.

İnsan yorulunca yalpalamaya, yakınmaya ve etrafını itham etmeye başlar.

Mü’minlere yaşattıkları da öyle bir hâldir. Mü’min, yorulunca yakınmaya, etrafını itham etmeye başlıyor. Neticede tutunacağı kardeşlerinden de bir bir uzaklaşıyor, yalnızlaşıyor. Şeytana lanet getirip kendini toparlamadığında yalpalayıp düşüyor ve bir dizi bunalıma sürükleniyor.

Bu düzeneği bozmak mümkün.

Düzeneğin can alıcı noktası, mü’minin kardeşlerini itham edip onlardan uzaklaşması değil midir? O hâlde düzeneğin bozulacağı nokta da mü’minin kardeşlerini itham etme tuzağını bozup onlara muhabbetle bağlanmasıdır. Ardından en iyi savunma hücumdur tecrübesiyle, dünyada tek bir insanı mutlu bırakmamaya adeta yemin etmiş olan müstekbirlere karşı mücadele etmektir.

Müstekbirlere karşı mücadele mü’mini ferahlatır ve onun imanından tat almasına yardımcı olur.

Bugünün dünyasında belki her gün “Allah için ne yaptın?” sorusunu sorduğumuzda cevabımızın içine dünyayı bu mutsuz sürece sokan hangi zalimin sarsılması için bir söz söyledin, diye ayrıca kendimize sormamız gerek.

Mü’min, iman ehlinin aleyhine konuştukça imanından aldığı tat azalır ve İslam düşmanları aleyhinde konuştukça imanından tat alır.

Bugün için İslâmî şuruun da mihenk taşı, kişinin dilinin kimin aleyhinde işlediğidir.

Zalimlerin kendi aleyhlerine konuşulmaktan ne kadar rahatsız olduğunu en çok söz ve kalem sahipleri bilir. Onların rahatsızlığı ise hiç kuşkusuz mü’mine heyecan verir. Onun mücadelesine anlam aktar, onun mücadelesine keyif getirir.

Mü’min, müstekbirlerden beri oldukça imanının tadına erer.