• DOLAR 32.565
  • EURO 34.828
  • ALTIN 2433.93
  • ...

Birkaç gün önce bir sosyal medya hesabındaki bir vefat ilanı, normalinden daha çok dikkatimi çekti. Zira Koronadan vefatı ilan edilen şahıs, fotoğraftan tanıdık geliyordu. Daha dikkatli baktığımda kanaatim yerleşmeye başladı. Yine de emin olmak için bir yakınımı aradım ve te’yid ettim. Adam, bir hatırama konu olmuş şahsın ta kendisiydi!

Onu 2009’un Haziran sonunda, bir yakınıma refakat ederek gittiğim bir taziye çadırında görmüştüm.

Okullaşma yaygınlaşmamışken hemen hemen her aile birkaç aylığına da olsa çocuklarını medreseye gönderirdi. Ancak o çocukların çoğu, henüz medreseye alışmadan ev işlerinde çalışsın diye geri çekilirlerdi. Onların bir kısmı “kırık” bir eğitime sahip pek çok şahıs gibi çok tehlikeli bir “uyanığa”; dini eğitimini suiistimal eden bir soyguncuya dönüşürdü.  

O da onlardan biriydi, bunun için, adının başına “Feqi” ekleniyordu. Bir zamanlar Suudi Arabistan’da da çalışmıştı. Ondan dolayı Hacda bulunmuş ve “Hacı” unvanı da almıştı. Bu tür şahıslar, özellikle bir dönem malum yapı tarafından İslam karşıtı propaganda da kullanılıyordu.

Sosyal zemine fazlasıyla hâkim olan adam, konuşmasına vaaz süsü vermişti. Kullandığı kimi İslamî terimlere takılarak vaaz ettiğini zannederdiniz. Oysa genellikle vaaz edilirken gözleri açılan dinleyiciler sıkılmışlardı.

Zamanımı çok tüketmeden hakikatin özünü anladım:

Adam, taziyeyi, İslam aleyhinde, dolayısıyla örgüt adına bir propaganda sahasına dönüştürmüştü.

Önce bizi yıllarca “kader”le aldattılar, dedi. İlk anda, haklı olarak, “saklı Cebriyeciliği” eleştirdiğini sanırdınız. Oysa hemen ardından, kader üzerinden İslam’a yönelik peş peşe ithamlarda bulundu. Müdahale etmeme fırsata vermeden “şeytan” mevzuuna geçti. Aslında şeytan diye bir şey yok, onu bugüne kadar kim gördü ki, anlatılanlar dedelerimizin hezeyanıdır, bu tür şeyler halkımızı kandırmak için uydurulmuş, diye fütursuzca konuştu.

Dinleyicilere baktım, oradan uzaklaşmak ister de zorla tutuluyor gibiydiler.  

Adamın gür sesini zor bela bastırıp müdahale ettim: Böyle saçma sapan konuşmalar her şeyden önce taziyeye uygun düşmez… Senin söylediklerinin hiçbir doğru yanı yok… Bu inkârın yayılması halkımıza da bir şey sağlamaz, dedim. Sonra, onu aşağılama hatta açık hakaret bağlamında sözlerimi mizahi bir hatıra ile bitirdim.

Ne var ki müdahalem karşısında taziye çadırını dehşet bir korku sarmıştı, herkes sanki o an canımı tehlikede görüyordu. Refakat ettiğim yakınım ise elimi tutmuş, kulağıma “Hoca, kurban olayım, yeter!” diye yalvarıyor, jest ve mimikleriyle adamın ne menem tehlikeli olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Hakikatte cesur bir insandı, lakin cesaret malum kimi zaman iş görmüyordu.

Adamsa bilinen taktiği uygulamıştı: Meseleye vakıf ve boyun eğmeyecek birini gördüklerinde tartışmak yerine susmayı, hatta geri çekilmeyi tercih ederler, sonra yine o yalan ve cehalet üzerine propagandalarına devam ederlerdi.

Aradan 11 yıl geçti ama ne yazık ki hâlâ o tür propaganda ayakta. Koronanın Türkiye’de görüldüğü ilk günlerde belki bizzat o adamın kendisi de dahil, “Bu, Erdoğan ve devletin bir oyunudur, sakın uyarıları dinlemeyin” dediler. Bunu mahalle görevlileri üzerinden etki alanlarındaki neredeyse her şahsa ulaştırdılar. Söyledikleri akıl kârı değildi, lakin inananları hâlâ vardı.

Sonuç, şimdi mahallelerden peş peşe vaka ve ölüm haberleri geliyor. Hepsi o etkinin bir neticesi mi? Kesinlikle hayır, zira bizim de yakınlarımız arasında Korona virüsüne kapılanlar oldu. Ama o propagandanın özellikle bazı semtlerde etkisinin olduğu da kesin…

Ve ne yazık ki yarın o propagandanın sahipleri başka bir yalan uydursalar yine inananları olacaktır.

 “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” denmiş. Meğer hep öyle değilmiş: Yalancıyı tescilleyip itibarsızlaştıracak bir mekanizma olmayınca mumu yanmaya devam ediyormuş.