• DOLAR 32.593
  • EURO 34.808
  • ALTIN 2499.91
  • ...

Allah tarafından gönderilen peygamberler, kahir ekseriyeti tağuti sistemler içinde iken nebi olmuşlar. Yani peygamberlerin tevhidi devraldıkları vaki değildir. Allah’ın davasını tağuta karşı günün şartları ve kendi imkanları dahilinde savunarak, insanları hidayete davet etmişlerdir. Peygamberlerin nübüvvet görevleri; biri itikadi, diğeri ameli olmak üzere iki ana konudan oluşur. Bütün peygamberler itikaden aynı şeye davet etmişlerdir. Ama şeriatları farklı olmuştur. İşte bu manada rey vermenin nübüvvetle olan bağlantısını Kur’an-ı Kerim üzerinden anlamaya çalışacağız.       

Re’y kök itibarı ile Arapça bir kelime olup, görüş ve bakış manasına gelir. Oy da üç aşağı beş yukarı aynı manaya gelir. Bir şeyi onaylamak demektir. Binaenaleyh, dünyada yapılan seçim sistemi ve kullanılan oylar İslam toplumu içinde tartışılan konular arasındadır. Önce bir usul kaidesini mealen söylemede fayda var. Eğer bir konu hakkında sarahaten bir nas yoksa o konu içtihadi bir mesele kabul edilir. Müçtehitler o konuda icma ederlerse o konu ümmet için bağlayıcı olur. Yok eğer o konuda müçtehitler ihtilaf etseler ümmet için o konu itikadi olmaktan çıkar. Bu konu itikadi bir mesele olsa da durum budur. Parti kurmayı da bu minvalde değerlendirmek mümkündür.

Biz bu konuyu Kur’an-ı Kerim’de aradığımızda sarih olarak oy kullanmak diye bir ayeti bulmamız mümkün değildir. Ancak kime oy verilebileceğinin sonucunu çıkarmakla ilgili ayetler çoktur. Hatta muhteva bakımından Kur’an’ın tamamen bu manada bir kitap olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü kişi kabul edip beğendiği bir görüşü oy üzerinden beğendiğini ilan etmiş oluyor. Bu manada Kur’an, hak ile batıldan birinin tercih edilmesiyle beniademi imtihan eden ilahi bir kitaptır. Mesela ayetlerden biri şöyle der; “Ey İman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun” Tevbe/119 Genel bir mana ifade eden ayeti kerimeden seçimde oy verme de doğrularla beraber olmanın takvalı olmanın gereği kabul edilerek doğruların safında olmayı şart koştuğunu görüyoruz. Doğru olanlar ve onlarla beraber olmayı bir kaç madde üzerinden anlamaya çalışalım.

  1. a) İnançta Sadakat b) Niyette Sadakat c) Sözde Sadakat d)Davranışta sadakat. Bu konularda sadakatı olan her insan sadık insan olur. İkrah ve cebir olmadan mümin bir kişi bu konularda sadık olmak mecburiyetinde. Bu vasıfları üzerinde taşıdığından emin olduğumuz insanlarla beraber olmamız gerekir. Asıl üzerinde durmaya çalıştığımız konu yukardaki vasıfları üzerinde taşımayanlarla beraber olmanın İman, İslam ve takvaya ters düştüğünün bilinmesi hadisesidir. Yani, inancında, niyetinde, sözlerinde ve davranışlarında sorun olanlarla, yan yana olmanın iman ve İslam’la çeliştiğinin bilinmesidir.

Doğrular kimlerdir? Yukarıda sıraladığımız maddeleri üzerinde taşıyan her insan doğru olanlardandır. Bu manada olan bir insan tabi ki insanlıktan melekliğe terfi olmuyor. Hata ve yanlışlarla insan hayatı iç içedir. İnsandan sadır olan hataları dört ana konuda toplayabiliriz; İhanet, ihmal, unutma ve hata etmek. İhanet ve ihmal suç olduğu için cezası vardır. Fakat unutma ve hata etmek insanoğlunun yapısında olduğu için insanı bundan tamamen hali görmek mümkün değildir.

Ancak, bir müminin hatası ve azimsizliği yüzünden, o mümin terk edilerek din düşmanlarının safında yer almak caiz olmaz. Çünkü melekler, Adem unutmama azmini terk etti diye Onu bırakıp şeytanla beraber olmadılar. Adem’in ağaçtan yememe ilahi uyarısını unutması Ona secde yapmaya mani olmadı. Bu tevhidi duruş sahnesinden alacağımız dersin ne olduğunu iyice teakkül ve tefehhüm etmemiz gerekir. Yani bir müminin hatası yüzünden din düşmanını tercih salahiyetini kişiye vermez. Hatalı müminin hatasına tepki göstermek adına din düşmanının safında yer almayı meşru kılmaz.

Bu manzaranın mahşer boyutunda yaşanacak pişmanlıktan da Kur’an-ı Kerim uzun uzadıya bahsetmektedir. Bahsettiği ayetlerden bir kısmına göz atalım. “Ya Rab, biz başkanlarımıza ve büyüklerimize itaat ettik onlar bizi saptırdılar” Ahzab/67. “... Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar….” A’raf/38. Başka bir ayeti kerimede şeytana uyanlar ile şeytan birbirini suçladıklarında şeytan şöyle diyecek “...Aslında benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu(yani sizi zorlamadım) benim yaptığım sizi çağırmaktan ibaretti, siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayınız kendinizi kınayınız…” İbrahim/22 Bütün bu durumlara insanın kendisinin sebep olduğunu söyleyen çokça ayetler bulunmaktadır. Onlardan biri “And olsun ona bütün kanıtlarımızı gösterdik, fakat yalan saydı ve kabule yanaşmadı” Taha/56. Şu ayetleri okuyan bir insanın verdiği oyla bir değerlendirme yapılsa, sanırım insan isabetli bir sonuca varabilir.

Müminin iman selameti ve İslam’ın temel ilke ve prensiplerini hatırlatmadan başka bir gayemin olmadığını hatırlatmamda fayda vardır.