• DOLAR 32.335
  • EURO 35.121
  • ALTIN 2302.143
  • ...

Unutmak ve unutmaya dair her olgu, insanı oldukça yakından ilgilendirir. Çünkü yaşamın içinde her daim aktif bir eylemdir unutmak. Ortada bir unutma fiili varsa, orada mutlaka insan da vardır elbette. Bir de unutulan vardır işin içinde, unutan her daim insandır, unutulan ise değişkenlik gösterir.

Ancak bazen unutan da/unutulan da insandır ve bu oldukça dramatik bir durumdur. Hatta çoğu kez sorgular insan; Unutmak mı/unutulmak mı, hangisi daha zordur?

İlki vefa anlamında büyük bir vebâl, ikincisi ise cidden ızdırap veren bir durumdur çoğunlukta...

Peki unutmak ve unutulmak dediğimiz iki önemli ve etkili durum, neden hep insanoğlunun yaşadığı bir çok serüvende kendini gösterir.

Oysa insan dediğimiz varlığın, hafıza konusunda mükemmel bir yaradılışa sahip olduğunu kabul etmemek, ilmi olarak ta/bilimsel olarak ta asla mümkün değildir.

Rabbimiz Teala insanoğlunu, muazzam özelliklerle donatmıştır hiç kuşkusuz. Özellikle hafıza nimeti ise, verdiği nimetler içinde müstesna bir yere sahiptir.

Zaman ayarı mevcut; anlık hafıza – yakın süreli hafıza- uzun süreli hafıza ve kendi içinde kayıt alanları da muhteşem; anısal hafıza – anlamsal hafıza- işlemsel hafıza...

Ancak tüm bu donanım ve kusursuz yaratılışa rağmen insan, nisyan (unutma) ile, et- kemik misali sarmaş- dolaş yaşayıp gider.

Bu minvalde şunu söyleyebiliriz, yaşam içinde unutulmuş, hafızada tutulamamış bilgiler vs. bir yana, ayrıca bilmemiz hatırlatmamız gereken bir husus var;  vefa hafızamız hızla zayıflıyor.

Yaşanmışlıkların, güzel dostlukların, beraber yürünmüş yolların, aşılmış engellerin, saatlerce uzayıp giden muhabbetlerin, karşılıklı veya karşılıksız ödenmiş bedellerin- yapılmış fedakârlıkların, uğurlarda akıtılmış gözyaşlarının, sineye ah çektiren gönül ağrılarının ve kelimelerin ifade edemeyeceği birçok şeyin, kaydını tutmaya yetecek kabiliyete ve kudrete sahip vefa hafızalarımız yok artık!

Bir çok değeri tükettiğimiz gibi vefa erdemini de delik- deşik ettik, nankörlük ve kadir bilmezlik silahıyla. Kaydını tutmaya değer görmediğimiz ne dostluklar, ne kardeşlikler var oysa. Her birimiz, bizi ve ihsanlarımızı (!) unutan insanların çetelesini tutarken itinayla, vefa hafızamıza kaydetme zahmetinde bulunmadığımız ne muazzam şahsiyetleri harcıyoruz farkında olmadan.

Her konuda israfı ahlâklaştırmaktan imtina etmeyen insanlar olduk, şimdide insan israfını ahlâklaştırmada oldukça inatçıyız.

Bu nedenle hafızaların vefa bölümüne, “İTİNAYLA İNSAN HARCANIR!” yazılsa yeridir!

Vaktiyle yaşanmış bu diyalog ne de güzel bir misal;

Mehmed Âkif, kızının nikâh akdine çok sevdiği ahbâbından olan Bosnalı Ali Şevki Efendi’yi de davet etmişti. Yaşlı Hocaefendi bu davete biraz geç geldi ve gecikme sebebi olarak da, Vefâ Yokuşu’ndan çıktığını söyledi. Merhum Âkif, tebessüm ederek düşündürücü ve nükteli şu mukabelede bulundu:

“Hangi Vefâ Yokuşu’ndan bahsediyorsun Hoca Efendi? Nesl-i hâzır (şimdiki nesil) o yokuşu çoktan düzledi…”

Evet, vefa dediğimiz meziyet, gerçekten sarp bir yokuş gibidir. Herkesin harcı değildir o yokuşu azimle tırmanmak, eziyetlerini sebatla savmak, ahde vefa göstermek.

 Birbirine selam vermekten bile aciz olanlar, tanıdık bir simaya tebessüm etmektense görmemiş gibi yapmayı tercih edenler, üzerinde emeği olan insanları tanımaz gibi davranma yoluna tevessül edenler bu yokuşu nasıl aşsın ki?

Vefasızlığın ciddi anlamda vebâl olduğunu bilip, şartlar ve koşullar ne olursa olsun, vefa hafızasını her daim muhafaza eden, vefa yokuşunu vefasızca düzlemeyip, izzetlice tırmanıp, zirvesine çıkanlardan olmak duasıyla...