• DOLAR 32.382
  • EURO 34.985
  • ALTIN 2326.088
  • ...

Öyle bir zamanda ve ülkede yaşıyoruz ki,  sık sık bugünün manasına mana katacak uygulamalarla karşılaşıyor, daha yoğun duygularla idrak etmemize sebep olanlara beddualarla geçirmekten kendimizi alıkoyamıyoruz.

Zalimden-kafirden çekilen çile bir yana…

Memleketin mustazaflarını Müslüman halk arasında yine garip ve yalnız olarak görmek, misliyle üzüyor insanı. İlk zamanlar bu durum “kendini anlatamamanın” bir sonucu olarak değerlendirildi ancak görünen o ki, ortada ciddi bir “ anlamamaya çalışma” sendromu da söz konusudur.

Mübalağa olmasın diye önce kullanmak istemedim ama son tahlilde görünen o ki; vaka budur.

Küçük bir yer düşünün. Tekel bayileri başköşeleri kapmış, cami cemaati yaşlılardan müteşekkil, bırakın açıklığı başı örtülü kızların bile yüzde ellisinin eteği ancak dizinin altına kadar inebilmiş, kimsenin eli halka ulaşmıyor, bilen zaten bir yerlere ulaşıp kendini bir nebze de olsa geliştirebilme çabasında ama cehaletin kol gezdiği yerler yine kendi havasında.

Aynı beldenin on-on beş sene öncesine gittiğinizde ise izbe yerlerden kurtulamayan bir tekel bayisi, gençlerle dolu dolu camiler, en fakirinden en zenginine toplumun tüm sınıflarına davetini ulaştırma gayretinde olan ve karşılık da bulan mü`minler göreceksiniz.

Şimdi tüm bunlara şahitlik ettikten sonra duyduğu beş-on söze ya da İslam düşmanı medya tarafından servis edilen üç-beş habere itibar edip, bu mü`minleri yalnız bırakanlara ne buyurursunuz?

Aynı zamanda kendisinin de ayn-el yakîn şahitlik ettiği müsbet faaliyetler ve inanılmaz bir çabanın semeresi olan neticeler sıralandığında “doğrudur” diye şahitlik ettikten sonra, sadece duyumlarla desteklediği “ama”ları sıraya dizme ve kanaatini bunlar üzerinden beyan etmek -kimse alınganlık göstermesin- gaflet değil de nedir?

“İyi de ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Nerden çıkıyor bu sözler” diyebilirsiniz. Herkes kulağını tıkasın, lehte olanları duysun ama aleyhte olanlar kulak ardı olsun demiyoruz elbette. Ancak yaşayanların “kendi dilinden” anlattıkları, “savunmalar”ı, seslerini duyurdukları medya organları varken ve bunların birkaç cümlesine bile kulak kabartmamış-göz atmamışken zindan, hicret, şehadet ve işkencenin her türlüsünü yaşamış bu Müslümanlara dudak bükerek bakmak vebalin âlâsıdır, bu da biline.

Yola çıktıkları ilk zamanlardan itibaren,  hassaten son on yıldır sistematik bir şekilde iftira, zindan ve işkence üçgenine hapsedilmek istenen, buna rağmen Allah ve Resulü adına meydanlara yüz binleri toplayabilen, elini ateşe sokabilen koskoca bir camiaya; elinde silah işi-gücü önüne gelene ateş etmekten ibaret yüz adam muamelesi yapmaya kalkışmak,  haddini aşmaktır. Bunu ne akıl kabul eder, ne de vicdan.

Vahdet ve uhuvveti düstur edindiği için kendilerini en ağır şekilde itham eden, itham bir yana iftira eden veya tüm bu olup biteni film izler gibi izleyenlere sadece iman edenlerden olmaları münasebetiyle kavl-i lîn ile mukabele eden bu mustazaflar eriştikleri olgunluğu ortaya koydular. Kendilerini her alanda sözlü ve fiili olarak ifade etmeye çalıştılar. Etmeye de devam edecekler.

Sıra; kulağındaki tıkacı ve gözündeki bağı çıkarması gereken Müslüman halkta…

Yoksa taşları bağlayıp, itleri de salmaya devam edecekler.

Kızların başörtüsüne uzanan ellerle Çınar`da Kur`an Kursunu yıkmaya yeltenen eller bir araya gelip başlara yumruk olarak inecekler.

Yeni nesil, mustazaflar haftasını “muzaffer” sıfatıyla yâd etsin duasıyla…