• DOLAR 32.542
  • EURO 34.936
  • ALTIN 2423.334
  • ...

 “Son yüzyılda, bir devrim yapacaksam önce kelime ve kavramları yerli yerine koyarım demişti” zamanın bilge adamlarından biri. Zalimler “barış” kelimesini hiçbir asırda bu kadar kullanmamıştı. “Evrensel insani değerler” gibi hiç duymadığımız tanımlamaları ilk kez onlardan işitmiştik.

   İnsan hakları, demokrasi, özgürlük, eşitlik,  hukuk kelimelerini içeren fosforlu cümleler en çok işgalci güçlerin açıklama metinlerinde yer alıyordu.

   İşin garip tarafı bu son yüzyılda insan hakları hiç bu kadar ihlal edilmemiş, özgürlükler bu kadar çiğnenmemiş, açlık sefalet ve yoksulluk hiçbir yüzyılda bu düzeyde yaşanmamış ve hiçbir asrın savaşlarında milyonlarca insan ölmemişti. Özgürlük anıtını da, bize insanlık hutbeleri verip milyonları öldürenler dikivermişti ülkelerine…

   “Menfaat”, “bencillik”, “para”, “cinsellik”, “makam” ve dünyaya ait ne varsa hiç bu kadar putlaştırılmamış, bu kadar revaçta olmamıştı. Âdemoğlu hiçbir yüzyılda ölümlü bir varlık olduğunu bu kadar unutmamış, yine ahlaki sefalet çukurunun en derinlerine bu kadar inmemiş, sefahate bu kadar dalmamıştı.

   Ve haritası Ecnebi mühendislerce cetvellerle çizilen Afrika`da işgaller farklı adlarla hâlâ devam ediyordu. Afrika demek açlık demekti. Esmerlerin ölüme terk edilmişliği…

   Ve Bağdat tarihinde bir kere daha talan edilmişti. Ebu Gureyb cezaevinde Coni`lerin tecavüzüne uğrayan Irak`ın talihsiz kadınları, “Allah aşkına erkekliğinize ne oldu, gelin artık bizi öldürün ki kurtulalım” diye mektup yazıyordu ümmetin çocuklarına, Âdemin çocuklarına… Göklere yükselen feryatlarını duyunca sadece ağladık hepimiz. Kendimizden utandık ve acizler gibi ancak dua edebildik. Âdem`in çocuklarının birbirine yaptıklarını hayvanlar değil yapmak, tasavvur dahi edemezdi.

   Afganistan ise acının, hüznün, ölümün ve yokluğun ülkesiydi. Bir Afganlının sabır kapısı dışında cenneti, gireceği başka bir kapı yoktu belki de. Kuraklığın yanında acı ile yoğrulmuş bir memleket, kaybettiği huzuru hâlâ arıyordu.

   Ve Avrupa`nın Amerika`nın sokaklarında, köprü altlarında, bodrum katlarında Afrika`nın, Asya`nın yüz binlerce esmer çocuğu vardı. İmrenerek baktıkları şehir medeniyetlerinin, kendi memleketlerinin çalınmış hazineleriyle kurulduğundan habersiz, bir kaçak gibi belki de karın tokluğuna, yaşama savaşı veriyorlardı.

   Peki, “Acılar Yüzyılı” nasıl başlamıştı ve nasıl bitecekti? Esas soru da bu değil miydi? Peygamberler coğrafyasının kadim milletleri Araplar ve Kürtler, Orta Asya`dan gelen savaşçı Türkler ile beraber tam 1400 sene İslam`ın ve insanlığın sancağını yerde bırakmamışlardı.  

   Âdem`in erdemli bu üç çocuğundan Arapları ayırıp birçok devlete bölenler, Türklere kurtuluş reçetesi diye dine mesafeli bir ulus devletini empoze etmiş, sonradan da üçüncü kardeş Kürtlerin kulağına “senin neyin eksik” diye fısıldamışlardı. Dinin ve İslam sancaktarlığı bu “Çelik Çekirdek” darmadağın olunca etrafında dönen halkalar da dağılmış, insanlık rehbersiz, ümmet yetim kalmıştı.

   İsmail`in çocuğu Araplar, Fatih`in çocukları Türkler ve Selahattin`in çocukları Kürtler ne zaman ki birbirinden ayrı düştüler; din de, dindarlar da, bu coğrafyanın halkları da yeryüzünde aktör olmaktan çıktı. İzzette iken zillete düştüler. Dünyanın egemen güçleri işte Âdem`in bu erdemli çocukları arasındaki kardeşlik bağına vurdular en çok. En fazla bu noktaya çalıştılar. Zira insanların yumuşak karnı bu noktaydı.  Son yüzyılda evet başarılı da oldular. Son yüzyıl ümmete ve insanlığa çok büyük acılar yaşattı gerçekten.

 Ancak yine de İslam medeniyeti yine kendi küllerinden ve kendi kaynaklarından doğacaktır diye düşünüyorum. Ben peygamberler coğrafyasının küllerinden ümitliyim.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları