• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Kıyafeti yalnızca kumaşı, rengi ve biçimi üzerinden değerlendirmek onun asıl fonksiyonunu göz ardı etmek olsa gerek. Her şey gibi kıyafetin de bir özü, mahiyeti var. Öyle olmasaydı Yüce Allah Araf suresi 26. Ayette kıyafetin 'bedeni örtmek ve süslemek' gibi fonksiyonlarından bahsederken kişiye takvalı olma fonksiyonu yükleyen kıyafetin daha hayırlı olduğunu belirtmezdi.

Kıyafet, yalnızca insanın bedenini tertipleyen bir araç değil; zihnini, dünya görüşünü de belirleyen ve diğer insanlardan farklı kılan bir ayıraçtır.

Kendinizi nasıl hissettiğiniz ne giydiğinize bağlı. Takvalı olma, yani yalnızca Allah'ın gözetiminde olduğuna inanma ve O’ndan sakınma duygularına sahip olanın kıyafetinde gösteriş, abartı, israf görmek mümkün olmaz herhalde. Çünkü onun kıyafetinin ölçüsü bellidir. Allah korkusu ve sevgisi.

Hayat ideallerimiz, dünya ve ahiret tasavvurumuz kıyafetimizle yansır karşı tarafa. Yani dindar kimliğin en görünür halidir kıyafet.

 Onun içindir ki Osmanlı döneminde Müslümanlar ve gayrı Müslümlerin giyimlerinin birbirine benzememesine önem veriliyor ve buna dair fermanlar yayınlanıyor. Her insan kendi inancı doğrultusunda giyinerek hangi dine ait olduğunu, hangi dünya görüşünün mensubu olduğunu belirgin hale getirmek zorundadır. Tabi Osmanlının güçlü olduğu dönemlerde gayrı Müslümler Müslümanların kıyafetlerine özeniyor ve taklit etmeye çalışıyor.

Tanzimat’la birlikte Batıya hayranlık duyan Osmanlı, bir ferman çıkartarak gayrı Müslimlerle Müslümanları kıyafette eşitlemeye çalışıyor. Müslüman erkekler fes takarak, pantolon giyiyor. Aradaki fark silikleşiyor. Artık kimin Rus, kimin Ermeni, kimin Yahudi, kimin Hristiyan olduğu belirsizleşiyor. Kadınlara dışarıya çıkarken çarşaf zorunluluğu devam etse de saray ve konak kadınları, önce ev içi kıyafetlerinde, daha sonra ev dekorasyonu ve adabı muaşeratta alafrangalaşmaya başlıyor. Yani kıyafet değişikliği, beraberinde bir yaşam biçimi değişikliğini de getiriyor. Kıyafet deyince şöyle birkaç kez düşünmek lazım.

 Osmanlı düşünmedi şekil, şemal değişince kafaların da değişebileceğini.

Atatürk de işe kılık kıyafet devrimiyle başlamadı mı? Niye milletin giydiğiyle bu kadar uğraştı? Özelikle Müslüman kadınların çarşafı ve sarığıyla? İçi şekillendirmenin ön şartının, dışı şekillendirme olduğunu biliyordu da ondan.

Geleneksel dönemlerde insanların giyim kuşamlarını ahiretle bağlantılı inançları belirliyordu. Yani giyim medeniyet halinde yaşayan toplumlarda ahiret odaklıydı. Fakat sanayileşmeyle birlikte din devre dışı bırakıldı. Dinin yerine moda, tanrının yerine modacılar yerleştirildi.

 Artık modacılar insanların hayatını Kapitalist çıkarlara uygun bir biçimde şekillendireceklerdi. Ülkemize moda, Cumhuriyet modernleşmesiyle tam olarak girdi. Toplumun yaşam biçimini şekillendirme aracı olarak halen hakimiyetini sürdürüyor.

Modacılar tasarladıkları giyim kuşamın önce hikayesini yazıyorlar.

O sene kadınların ve erkeklerin ayrı ayrı duruşu, beden dili nasıl olacak, kendilerini nasıl hissedecekler, nasıl düşüneceklerse kıyafeti ona göre dizayn ediyorlar. Tabi her kıyafet sahibine bir imaj kazandırıyor. Örneğin sportif kıyafet giyen birinin yürüyüşü, duruşu, kendini nasıl hissettiği, takım elbise giyinen kişiden farklı oluyor.

 Son yıllarda erkeklerde saç traşı değişti. Kaş, kol ve ayak tüylerini aldırmak, maske yaptırmak, streç pantolon, çiçekli böcekli gömlek, babed çorap moda haline geldi. Bundan 5 sene önce böyle giyinenleri görseydik ilk olarak aklımıza cinsiyet değiştirdikleri gelirdi herhalde. Cinsiyetsizleştirme projesinin aktörü olan modacılar kadınsı erkek tipini topluma aşama aşama, uyuştura uyuştura idealize ettiler. Modaya uyan erkeklerin yürüyüşü, beden dili, ses tonu da kibarlaştı. Ne tam olarak erkeğe benziyorlar ne de kadına.

Ya kadınlar! Modacılar bu yaz onlar için çıplaklık derecesinde mini ve şeffaf kıyafetleri uygun görmüşler. Kadın kıyafetleri cinsel dürtüleri harekete geçirme üzerine tasarlanmış. Giyenlere verilen rol ayartma ve kışkırtma...

Müslüman kadınlar için de her sene mevsime göre farklı tarzlar tasarlamayı ihmal etmiyorlar. Tesettür kıyafeti diye üretilen tunikler kısaltıldıkça kısaldı, elbiseler daraldı, daha şeffaf kıyafetler, daha küçük başörtüler, daha renkli ve bilek üstü kıyafetler, iğnesiz ve saç diplerini gösteren başörtüleri moda haline getirdiler. Müslüman kadınlar modacıların hapını yuttukça, onların çocukları da daha büyük hapları yuttu. Gelinen nokta ise içler acısı...

 İşte moda böyle bir şey! Biraz ucundan takip edeyim dediğiniz anda bir bakmışsınız ki önceleri sahip olduğunuz tüm ilkeleri aşama aşama kaybetmişsiniz, ilkesizleşmişsiniz. Zihniyetiniz örülmüş, yaşam biçiminiz ve idealleriniz tüketim odaklı oluvermiş.

Üstelik moda olarak üretilenler kısa zamanda demode oluyor. Modayı takip edenler bir süre sonra kıyafetlerinden sıkılıp, değişiklik arzusuna kapılıyor. Herkes tek düze ve aynı modelin farklı renklerini giymiş oluyor.

Yüce Allah'ın hayırlı bir giyim tarzı olarak belirttiği takvalı giyim tarzı vakarı, hayayı, edebi, sakınmayı, temsil ediyor. Giyeni sıkmıyor, bıkkınlık vermiyor, sürekli değişim isteği uyandırmıyor. Üstelik israfa dayalı olmuyor.

Var mısınız modanın tahakkümünden kaçıp; kadınlar için İslam’ın tesettürünün, boydan robalı elbiselerin; erkekler için de bol pantolon ve klasik gömleklerin huzuruna, rahatlığına, özgürlüğüne sığınmaya! Yani takvaya koşmaya...