• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Neredeyse ülkenin dört bir yanından iyilik haberleri geliyor. İşyerlerinin kapanmasıyla çalışamayanlar için erzak dağıtanlar, para yardımında bulunanlar, bakkaldan veresiye borcu olanların borçlarını sildirenler, maske üretip dağıtanlar, hastanelere dezenfektan, maske veren firmalar, bahçe sahibi olan yaşlıların bahçelerinde budama ve bakım işlerini yapanlar, muhtaçların kapılarına gıda maddeleri bırakanlar, işyerini kapatmak zorunda kalan esnafın kira borcunu kapatanlar, kiracı olan ailelere kira yardımı yapanlar ve daha birçok iyilikler, hayır ve güzellikler…

Bu tablolar insanı duygulandırıyor. Geleceğe dair ümidini arttırıyor. “Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.” Malumunuz son yıllarda ahlaki yozlaşmanın zirveye çıkması hepimizin canını son derece sıkıyordu. Cumhuriyetle birlikte Batının tüm değerlerini bir lütuf gibi sahiplenmekle birlikte başlayan Kültürel işgalin acı meyvelerini bu son dönemlerde katlanarak almaya başlamıştık… Batının hedonist, çıkarcı, menfaatçi, hayatı hemcinsine karşı acımasız bir rekabete dönüştüren ve bireyci anlayış aşılanan toplumumuzda acı vakalar etkisini artırmaya başlamıştı. Birden Koronavirüs salgını çıktı ve hayatın akışını durdurdu. İnsanlara ahlaksızlık pompalayan şer odakları büyük oranda kabuğuna çekilmek zorunda kaldı, toplum üzerindeki etkileri ise kısmen de olsa zayıfladı.

Ve insan dışarıdan içeriye döndü… Ve dışarıdakilerden içeriye… Uzaklaştığı kendinden yine kendine kavuştu. Öğrencisiyle, çalışanıyla, işçisiyle, işvereniyle, ev hanımıyla her kesim, odaklandığı hedeflerden sıyrılıp kendi faniliğiyle baş başa kaldı. Hem insan fani değil mi? Kendi gibi fani olan dünyanın geçici misafiri… Mala, servete, lüks arabalara, yazlığa sahip olan da normal standartlarda bir hayat yaşayan da Rabbi karşısında acizliğini, muhtaçlığını, fakirliğini avucunun içinde buluverdi. Zengin, elde ettiklerini kendi çabalarına bağlama ve mağrur olma gafletinden kurtulurken; fakir, kendisini mıknatıs gibi çeken refahın, konforun hayallerinden kurtuldu. Ve insan bir virüsle başını önüne eğdi. Çünkü her şey “kün feye kün” hükmüne tabiydi…

Artık TV aşcıları da, TV uzmanları da piyasadan çekildi. Aşçılar güne özel menü, yemek, salata ve tatlı tarifleriyle; uzmanlar da nasıl yiyeceğimize, nasıl besleneceğimize, neyi, nasıl, kaç öğün yiyeceğimize dair detaylar vererek hayatımızı yönlendirmiyorlar. Sadece Koronavirüsüne karşı dirençli olma ve bulaşma riskini ortadan kaldırma noktasında neler tüketileceğine ve ne gibi tedbirler alınacağına dair genel açıklamalarla yetiniyorlar. İnsanlık tek bir noktaya odaklandı… Koronavirüse…

Hayatımız; bedeni kutsayan Batılı anlayışın yaşam tarzımızı, alışkanlıklarımızı şekillendirdiği ve her dönem yeni alışkanlıklar kazandıracak olan bu çarkın dişlileri arasına sıkışıp kalmıştı. Doksanlı yıllardan beridir “Sağlıklı beslenme” adıyla bize pazarlanan beslenme, bakım, diyet, uyku saatleri ve spor faaliyetleri bedeni daha genç, daha dinç, daha uzun ömürlü ve daha sağlıklı kılma adına bilim kılıfı giydirilerek servis ediliyordu. Özgürlüğe sıkça vurgunun yapıldığı bu dönemlerde toplumlar, tek merkezden Ortaçağ kilisesini andıran talimatlarla tüketim odaklı bir hayatın mahkumları haline gelmişti. İki kişi bir araya geldiğinde konu mutlaka “sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenme” alanına kayıyordu… Fakat modern anlayışın bir kez daha iflas ettiğini gördük… Asıl güçlendirmemiz gereken ruhumuzdu…

Peki bütün bunlar olurken bizler nasıl oldu da psikolojiden tıbba kadar birçok bilim dalının Batının yaşam kalıplarına ve zihniyetine göre dizayn edildiğini hatırımıza bile getirmedik. Bir doğrunun içine binlerce yalanın ustalıkla yerleştirildiğinden gafil olduk. Ve bedene yapılan yatırımın ruhu incittiğini unuttuk… Birçok Uzmanın talimatlarını Kur’an ve Sünnet çizgisinden geçirmenin gerekliliğini es geçtik… Besinleri tek başına veya en fazla iki çeşidi bir arada yeme kültüründen gelen bizler, birçok besini birbirine karıştırma ve bir arada yeme alışkanlığına karşı direnmek yerine Batının açgözlü hayat tarzına yenildik. Seve isteye onlara benzedik…  Modernizmin “Sağlıklı yaşam” talimatlarına uydukça daha fazla hastalandık, daha fazla bağışıklık sistemimiz çöktü… Her defasında sağlıklı beslenmenin başka bir talimatına uyarken, kaybettiğimiz sağlık ve ruhsal direnci hesap edemedik. Sahabenin hesabını verememe korkusuyla toplam bir sene içinde bile yemediği o kadar çeşidi bir günde yediren diyet uzmanlarına karşı uyanık olmalıydık. Öğünü 10’a bölmeyi teklif edenlere karşı bizler ikiye indirmeliydik. Bize hayat pazarlayanların “şunları her gün düzenli tüketmezseniz kemikleriniz erir, erken bunarsınız, falanca hastalıklar çıkar” diye korkutmalarına karşı Resulullah’ın ne kadar az çeşit ve öğün yediğini; ne kadar az hastalığa yakalandığını aklımıza getirmeliydik. Ömrü boyunca beş parmağı geçmeyecek kadar besin çeşidi tüketen sahabenin bugün yaşanan birçok hastalığa maruz kalmadığını aklımıza getirseydik, bizi aldatanlara karşı sünneti referans alsaydık belki bugün çok daha farklı bir durum içerisinde olacaktık. Koronavirüsle birlikte içinde bulunduğumuz durum bize gösteriyor ki Modernizm yenilmiştir. Onun bize sunduğu hayat modeli iflas etmiştir. Sağlıklı yaşam tamamen tüketim kültürünün bir tezahürüdür.

Gelecek İslam’ındır. Şimdi Kur’an ve Sünneti yeniden hayatımızda içselleştirme zamanıdır. Hayat “Kün feye kün” hükmüne tabidir.