• DOLAR 32.339
  • EURO 35.118
  • ALTIN 2238.68
  • ...

İslam`ın evrensel bir din olduğuna kuşku yoktur. Bu açıdan hüküm ve ilkeleriyle, ümmeti oluşturan tüm milletlerin yanında, bir ve bütün olan İslam`ın yerelliğinden bahsetmek doğru değildir. Ancak başka bir açıdan,  İslam`ın kendilerine sunulduğu toplumların yapısı da sorunları da birbirinden ayrıdır. Bu sebeple İslam, her toplumun içinde bulunduğu özel şartları göz önünde bulundurup bu özel şartlara uygun bir metotla ve sorunlarını çözecek şekilde onlara sunulmuştur. Dolayısıyla yerel şartlar da bu anlamda gözetilmiştir.

Peygamberlerin kıssalarına bakıldığında hepsinin ‘tevhide davet edip tağutu inkâra çağıran` ortak mesajının yanında (Nahl: 36), her peygamberin şartlarına uygun olarak ayrı bir mücadele metodu takip ettiği ve her birinin toplumundaki sorunlara uygun, özel mesajlar verdikleri görülür.

Hz. İsa (as), zahiren dindar gözüken ancak dinin manevi ve ahlaki yönünü ihmal edip şekli ve maddi boyutuna yapışmış Yahudilere gönderilmişti. Onun mücadelesi ve mesajları dinin ihmal edilen ahlaki ve manevi boyutuna ilişkindi.

Hz. Musa (as). Firavun tarafından köleleştirilmiş ve zulme uğramış İsrail oğullarına gönderilmişti. Kendisi mucizelerle, özellikle de halkın toplandığı bayram gününde sihirbazları mağlup ederek, başta Firavun olmak üzere tüm Mısır halkını dine davet ettiği gibi özel misyonu gereği İsrail oğullarını da kölelikten kurtarmıştır.

Hz. İbrahim (as), içinde yaşadığı toplumun benimsediği dinin üç unsuru olan yıldızların, putların ve Nemrut`un ilah olamayacağını; Nemrut`u tartışmada mağlup ederek, putları kırarak ve batıp kaybolan cisimlerin ilah olamayacağını ispatlayarak kavmine göstermiştir.

Hz. Yusuf (as), halka yönelik tebliğinde devlet yönetiminden başlamış, bir anlamda tavandan tabana inmiştir.

Bu arada halkın karşı karşıya bulunduğu kıtlıktan onları kurtararak, İslami mücadelede insanların sadece akidelerini düzeltmekle kalmayıp ekonomik sorunlarının çözümü için de uğraşmak gerektiğini göstermiştir.

Hz. Süleyman (as), sahip olduğu muazzam imkanları ve ordusunun caydırıcılığını kullanarak Sebe kavminin savaşsız bir şekilde teslim olmalarını ve başlarındaki kraliçe ile beraber iman etmelerini sağlamıştır.

Hz. Şuayb (as)`ın mesajları toplumunda yaygın olan ticari ahlaksızlığa yoğunlaşırken, Hz. Lut (as)`ın mesajları ağırlıklı olarak cinsi ahlaksızlıkla ilgilidir.

Kısacası her peygamber, gönderildiği toplumun özel şartlarını dikkate almış ve mesajının evrensel boyutunu yani tevhid çağrısını ihmal etmeden bu özel şartlarla ilgili mesajlar vermiş, o topluma has sorunlarla uğraşmıştır.

Bugünkü İslami Cemaatlerin de içinde bulundukları toplumun özel şartlarını ve özel sorunlarını dikkate almaları ve bu sorunların çözümü için aynı şekilde uğraşmaları bir gerekliliktir. Bu yapılmadığı takdirde yaşanacak en büyük tehlike ise toplumla bağların kopmasıdır.

Diğer taraftan ümmetin bir parçası olarak her İslami Cemaat, ümmetin dertleriyle dertlenmeli, diğer Müslümanların sıkıntılarını gündemleştirmeli ve gücü nisbetinde sorunlarının çözümü için uğraşmalıdır. Herhangi bir bölgede Müslümanların katliamlara uğradığı özel anlarda, bu durum bu süre zarfında öncelikli gündem haline de getirilmelidir. Ancak gerçek olan şu ki aradaki sınırlardan dolayı başka coğrafyalardaki Müslümanların sorunlarının çözümüne farklı bir bölgeden ciddi bir katkı sunmak da kolay değildir.

Dolayısıyla yerel sorunlarla, ümmetin sorunları arasında denge kurulmalı ve yerel sorunlar yukarıda zikrettiğimiz özel bazı anlar hariç öne alınmalıdır. Çünkü öncelikle her İslami Cemaat, kendi coğrafyasından ve kendi toplumundan sorumludur. Ve bir İslami Cemaatin gerçek bir aktör olarak rol alabileceği alan da kendi coğrafyasıdır. Aradaki sınırlardan dolayı başka coğrafyalardaki Müslümanların sorunlarının çözümüne ciddi katkılar sunmak ise oldukça zordur. Dolayısıyla ümmetin sorunları öne alındığında, içinde yaşanılan toplumun sorunları ihmal edileceği gibi ümmete de ciddi bir katkıda bulunulmamış olacaktır.

Bir aile reisinin ailesini aç bırakarak şehrindeki diğer fakirleri doyurmaya çalışması belki samimi bir düşüncenin sonucu olabilir. Ama bu şahıs, böyle yaparak, ancak bir aileyi geçindirecek kazancıyla, şehirdeki yaygın fakirliği önleyemeyeceği gibi asıl sorumluluğunda bulunan ailesini de başkalarına muhtaç hale getirir. Ancak doğru olan herkesin öncelikle ailesini geçindirmesi sonra da imkanına göre şehirdeki diğer fakirlere yardımda bulunmasıdır.

Esasen bir İslami Cemaatin ümmete yapacağı en büyük katkı kendi coğrafyasında güçlü bir konumda bulunmasıdır. Zaten her İslami Cemaat bunu hakkıyla yaparsa ümmetin birçok sorunu kendiliğinden çözülür.