• DOLAR 32.532
  • EURO 34.764
  • ALTIN 2489.118
  • ...

Kur`an`da "kader" kavramı, Allah Teâla`nın Kâinatı başıboş ve düzensiz değil, bir ölçü ve nizama göre yarattığını ifade etmektedir. (Bkz: Hicr 21; Zuhruf 11; Kamer 49)

"İnsanın kaderi" konusunda ise nasslarda çok az bilgi verilmiştir. Verilen bu az bilgi ile yetinilmeyip bilgi verilmeyen konularda da belirleme çabalarına girilince yoğun tartışmalar yaşanmış ve birçok kelam mezhebi ortaya çıkmıştır. Ehli Sünnetin itikadi görüşleri ve bu arada kader görüşü ise İmam Eş`ari`nin mezhebine dayanmaktadır.

İmam Eş`ari`nin, "kesb" kavramı etrafında şekillendirip Allah`ın kudretini ön plana çıkardığı kader görüşü son derece karmaşıktır. Bırakın sıradan bir insanı, bir uzmanın bile onun açıklamalarını tam anlamıyla anlaması güçtür. Ancak buradaki amacımız bu konunun ayrıntılarına girmek değildir. Zaten Resulullah (sav), kader konusuna dalmaktan ve bu konudaki tartışmadan bizi sakındırmıştır. Bir Müslümanın kader konusunda şunlara inanması kafidir, Allah`u Alem.

1- Allah Teâlâ, ilim sıfatı ile dünü ve bugünü bildiği gibi gelecekte olacak olan her şeyi bilir. Bu bilgisiyle de olacak olan her şeyi kayıt altına almıştır.

2- Kâinatta Mutlak Kudret sahibi tek varlık Allah Teâlâ`dır. Bu kâinatta, O`nun izni olmadan hiçbir şey gerçekleşmez.

3- İnsan, ortaya koyduğu her davranışın sorumlusudur. Ahirette herkes yaptıklarından hesaba çekilecek ve adaletle yargılanacaktır. Allah Teâlâ, mutlak adildir ve hiç kimseye en ufak bir haksızlıkta bulunmaz.

Bu hususlar dışında kaderin nasıl gerçekleştiğini bilememekteyiz ve bilme yükümlülüğü altında da değiliz.

Bu girişten sonra asıl konumuz olan kader inancının fonksiyonu hususuna gelebiliriz. Hadid Suresi`nde kadere imanın işlevleri şöyle zikredilmiştir:

"Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah`a göre kolaydır. Elinizden kaçana üzülmeyesiniz ve Allah`ın size verdiği ile şımarmayasınız diye (böyle yaptık). Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez." (Hadid 22-23) Görüldüğü gibi ayet-i kerimede kader inancının, özellikle insanın ruh halini düzenleyen ve onu psikolojik sıkıntılardan koruyan, ikisi de geçmişe dönük iki işlevi zikredilmiştir.

1- Kaçırılana üzülmemek: Hayatta insanın önüne birçok fırsatlar çıkar ve insan, tabii olarak bunların bazılarından yararlanamaz. İşte böyle durumlarda ve sevdiklerin ölümü gibi olaylar karşısında kader inancı, insanın kendini ah vahlarla ve keşkelerle yıpratmasının önüne geçer.

2- Başarılarla kibre kapılmamak: Bir insan, önünde uygun şartların oluşmasıyla büyük başarılara ulaşabilir. Kader İnancı, insanın bu başarıyı bizzat şahsından bilerek bununla kibirlenmesine engel olur.

Ayet-i kerimede zikredilen geçmişle ilgili bu işlevsel hususlar dışında kaderi, şimdi ve geleceğe taşımak ise tembellik ve kötü fiillerin sorumluluğundan kaçma gibi bazı yanlışlıklara sebep olur.

Öncelikle bugünkü çabalarımızın sonucu ve gelecek bizim için belirsiz olup bunlarla ilgili Allah Teâlâ`nın takdirinin ne olduğunu bilemiyoruz. Dolayısıyla herhangi bir duruma kader deyip kabullenmenin veya tembellik edip oturmanın kader inancı ile bir ilgisi yoktur. İçinde bulunulan an çalışma, gayret ve tedbir anıdır. İnsan gerekli çabayı gösterdiğinde gerçekleşecek olan ise şüphesiz Allah`ın kaderi ile gerçekleşecektir. Hz. Ömer`in, vebalı bölgeye girmeme kararı verip de kendisine "Allah`ın kaderinden mi kaçıyorsun?" denildiğinde "Allah`ın bir kaderinden başka bir kaderine kaçıyorum" demesi gibi içinde bulunduğumuz anda, önümüzdeki tüm seçenekler Allah`ın kaderleridir ve biz doğru kaderi tercih etmekle sorumluyuz.

Yine kader inancı, işlenen kötülüklerin sorumluluğunu Allah`a yüklemek için de kullanılamaz. Allah Teâla bunu yapan müşrikleri kınayarak bize haber vermiştir:

"Allah`a ortak koşanlar diyecekler ki; eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık." (Enam 148)

Bu konuda doğru inanç ise şudur:

"Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara (zerre kadar) zulmedici değildir." (Fussilet 46)

Sonuç olarak kader inancı, insanı geçmişte kaçırdığı fırsatlara üzülmekten ve yakaladığı başarılarla kibirlenmekten korur. İnsanı tembelliğe sürükleyip onu kötü fiillerinin sorumluluğundan kurtaran bir kader inancının ise dinde yeri yoktur.