• DOLAR 32.593
  • EURO 34.828
  • ALTIN 2415.25
  • ...
SON DAKİKA

Avrupa Birliği`ne üye olacak ülkelerin yerine getirmek zorunda olduğu Kopenhag Kriterleri; 1987 yılında tam üyelik başvurusunda bulunan Türkiye`de insan hakları standardının yükseltilmesine katkı sağlamıştır.

Ne yazık ki Türkiye`deki insan hakları standardının yükseltilmesi siyasi gelişmelerle birlikte daha ziyade uluslararası mekanizmaların, dış dinamiklerin etkisiyle olmuştur.

İnsan hakları ve hukuk devleti ile ilgili anayasal ve yasal düzenlemeler, vatandaşına doğrudan haklar sağlamak ile onun refahı ve yaşam kalitesinin yükseltilmesi yerine uluslararası yükümlülüklerin gereği olarak yapılmıştır.

İç dinamiklerin insan hakları, özgürlükler ve hukuk devleti noktasındaki duyarlılığı ve yanlış uygulamaları eleştirileri standartların yükseltilmesi sürecine yön veremese de siyasi iktidarları insan hakları taleplerine daha fazla eğilme durumunda bırakmıştır.

İç dinamikler arasında en belirleyici faktör kuşkusuz amiral gemisi hükmündeki medya olmuştur. Medya ele almadıkça sivil örgütlerin hak talepleri, basın açıklamaları, imza kampanyaları ve raporlar siyasi iktidarları motive edememiştir.

Medyanın gücü her siyasi iktidarı olduğu gibi AKParti iktidarını da ürkütmüştür. Bu çekinceden hak ihlalleri ve hak taleplerinde medyanın ilgilendiğini görmüş, ilgilenmediğini görmemiştir.

Dönemin Başbakanının bir öğretmenle tartışması medyada reyting malzemesi olunca öğretmenlerin eş durumundan atamalarını çözüme kavuşturan AKParti iktidarı; ailelerinden binlerce kilometre uzaktaki cezaevlerine sevk edilen tutuklu ve mahkumların çalışan eşlerinin, öğrenci evlatlarının, hasta veya yaşlı aile fertlerinin taleplerine kayıtsız kaldı.

Sürekli hastalık hali olan mahkumlar realitesi görmezden gelindi. Medyanın gündem edindiği Güler Zere`yi affeden dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, vücudunun % 92`si felçli Fikret Bayram`ı affetmedi. Kuşkulu, taraflı ve birbiri ile çelişkili farklı raporlar veren Adli Tıp Kurumu'nun raporu ile yetindi.

Af için düzenlenen imza kampanyasına yirmi bini aşkın imza ile destek veren kamuoyuna rağmen sürekli hastalık hali olup olmadığının anlaşılması için Devlet Denetleme Kurulu (DDK)`yı görevlendirmedi.

Anayasa`nın Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen maddesinde özel af yetkisi şu üç hal için geçerli: Sürekli hastalık, sakatlık, Bunama.

Bu sebeplerden dolayı dışarı salınmak “af” değildir. Ölmeden önce boynundan çıkarmaktır.

“Af” demek mahkumun sağlığına bakılmaksızın cezasından vazgeçilmesidir. Yasalar nezdinde statüsünün iadesi yani suçu işlemeden önceki durumuna dönmesidir.

Örtülü ödeneğin olduğu Türkiye yasalarında “Af” yoktur. Devlet, yasalarında merhamet ve şefkat olmayan soğuk bir yüze, taştan bir kalbe sahiptir.

Kamuoyu bir süredir % 99 bedensel özürlü Yahya Boylu'yu konuşuyor. Gencecik Yahya ölmeden önce son bir kez babasını görmek istiyor.

Babası Fikri Boylu`nun ne suç işlediğinin bu meselede ehemmiyeti yok. Sorgulanması gereken konu “kolektif cezalandırma”.

Islah ve rehabilite amaçlı hapsetmek aileden uzak yerlere sevklerle tecrite döndü. Mahkumlar karantinadaymış gibi hasta eşler ve evlatlar, yaşlı anne babalar görüşemez oldu.

Defacto olarak pratikte infaz edilen ceza değil “Aile” yapısı.

Aile bireylerinde derin travmalar bırakan mevcut ceza infaz sistemi, yaşam hakkı ihlali kapsamında tartışmaya açılmalıdır.

Yaşam sadece nefes alıp vermek değildir. “Yahya” benzer durumdaki binlerce çocuk adına mevcut hak ihlalinin ve hak talebinin ikonu oldu.

Gelinen süreçte “#YahyanınSesineSesVer”ilmelidir.

Kararlılıkla yöneldiği zaman ipten bakanlarını kurtaran siyasi iktidar; baba yüzü görmeyen evlatların, evlat yüzü görmeyen ana babaların da birinci sınıf insan olduğunu hatırından çıkarmamalıdır.

Bireyler için olduğu gibi devletler için de bir erdem olan “Af”ı yasalara eklemelidir. Kronikleşmiş bu müzmin sorunun çözümü için genel af çıkarılarak bir adım atmalıdır.

Mazlumun âhının aheste aheste çıktığına dair yakın tarihten ibretlik bir hatırlatma:

Fransa`nın Nice (Nis) şehrindeki cezaevinin mimarı, ikinci sınıf insanlar için güneş görmeyen bir cezaevi tasarladı.

Kaderin cilvesi! Mimarın oğlu işlediği bir suçtan dolayı bu cezaevine düştü. Cezaevinde ölen nice mahkum gibi oğlu tüberkülozdan öldüğünde ise babası mimarlığı bıraktı.