• DOLAR 32.594
  • EURO 34.874
  • ALTIN 2504.266
  • ...

Yüce Rabbimizin insanoğluna yüklemiş olduğu yük, çok yüce ve ağır bir yüktür. Bu yükü omuzlayacak olan dava bireylerinin çok donanımlı olmaları gerekir ve bu zorlu yolda çok sağlam ve kararlı adımlar atmayla yola devam etmelidirler. Zira yüklenilen dava Allah’ın davası olduğundan, bu davanın önünde İslam düşmanları nice engeller oluşturmak isteyeceklerdir.  Davanın bireyleri önlerine çıkan nice engelleri ve sıkıntıları aşmak için tahkiki bir imanın verdiği teslimiyet ile kendilerini daima takviye etmelidirler.

İşte bu takviye unsurlarından biri de; sürekli hareket halinde olmak ve gayret içinde bulunma halidir. Davaya hizmeti kendisine şiar edinen kişinin, çalışmadan, hareket halinde olmadan, zahmet çekmeden davanın yükünü, misyonunu sürdürmesi mümkün değildir. Ve unutulmaması gerekir ki İslam davasına hizmette ve onu yaymada dava erleri için en büyük tehlikelerden biri, “mutlak manada neticeye ulaşma arzusuna sahip olma” halidir.

Özellikle İslam davetçilerinin düştüğü hatalardan bir tanesi de hizmet yolunda sonuca ulaşmak ve neticeyi elde etme hırsıdır. Kişi bu düşünceye kapılırsa, üstesinden gelemeyeceği görevi omuzlamak gibi ağır bir işe bulaşır ki bu da azmini kırar. “Yaptığım hizmetin karşılığını niye bulamıyorum” gibi düşüncelere kapılan davetçi hedeften sapar ve hizmeti bırakma zafiyeti göstermeye başlar. Bu durumda çalışmanın, koşuşturmanın ve hizmet etmenin ne anlamı var?” gibisinden yanlış kanaatlere kapılarak ve atalete düşebilir.

Oysa kendisine yüklenilen görevin tebliğ olduğu, hidayetin ise Allaha ait olduğunu bilmesi gerekir. Layık olmayan kişi ve toplulukların hidayetinin, tebliğciye ait bir görev olmadığını, Allaha ait olduğunu unutmaması gerekir. Peygamber Efendimizin yüzlerce mucizesini görüp de iman etmeyenleri bu kategoride görmek gerekir. Peygamberlere yüklenilmeyen bir görevin kendisine yüklenmeyeceğini bilmesi ve bu yolda zafiyet göstermemesi gerekir. Bu arzu, müminin içini kemirirken yine bu istek için oturmak davetçi kişinin ahlakı olamaz. Çoğu peygamberrin hayatlarına göz atıldığında aşikâr bir şekilde bu tablo görülebilir. Bütün benlikleriyle kendi topluluklarının hidayetleri için uğraşırken tam tersi tablolarla karşılaşmışlardır. Hatta bazıları kendi bulundukları toplulukları tarafından şehit edilmişler. Ancak bu onların efdaliyetlerinden hiçbir şey eksiltmemiş.

Bu tablonun en somut örneğini; Efendimizin (s.a.v) ruh halinden de anlayabiliriz. Rabbimizin bu konuda O’na hitabı ibret vericidir. “Resulüm, onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin.” (Şuara/3) Başka bir ayeti kerimede ise, “Resulüm sen sevdiğini hidayete erdiremesin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” (Kasas /56) gerçekliğidir. Bu bağlamda, tebliğde bulunan kardeşlerimizin neticeden sorumlu olmadığı, fakat vazifede eksiklikte bulunmaması gerektiğidir. Bu düşünceyle tembellikten kurtulmak ve nebilerin yolunda azimle çalışmak, neticeyi ise Allaha bırakmak gerekir.