• DOLAR 32.51
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...

Türkiye`deki adalet sistemi hep tartışılır durur. Neredeyse herkes kendisine dokununca adalet terazisinin dört dörtlük ya da kendi istediği şekilde olmasını ister.

Herkese bir gün lazım olacak adaletin hamisi ve gerçek savunucusu olmak aslında her vatandaşın görevi olmalı, sadece hukukçu veya siyasetçilerin değil.

Adalet konjonktüre göre sıklet veya hıffet göstermemeli. Haklıya hakkını, haksıza cevabını verecek kadar ağır ve zinde olmalı.

Birine olan hücum, adaleti etkilememeli ve sürüklememelidir. Her dönemin bir günah keçisi seçilerek o yönlü adalet araçsallaştırılmamalı.

Suçluyu kayırmak kadar, suçsuza suç yüklemek de adaletsizliktir ve tabiri caizse adaletin canına okumaktır.

Yazılı hukuktan ziyade pratikteki hukuk sisteminden şikâyet, hep kayırma ve suçsuzları cezalandırma üzerinden olagelmiştir. Hukuk normlarına uymaksızın suçluya veya suç delillerine ulaşmaya çalışmak da adalet terazisinin şaşmasına sebebiyet vermektedir.

Hukukun siyasallaşmasına sebebiyet verenler veya adaletin gerçekleşmeyişinde dahli olanlar salt bir camia, siyasi parti veya gurup olmayabileceği gibi, bütün bu olup bitenlerde onların hiç etkisi yoktur demek de yanlış olur.

90`lı yıllarda özellikle Doğu`da, hasseten de gençlerin camiye gitmelerinin ateşten gömlek olduğu dönemlerde, adalet ve hukuk normlarını rafa kaldıranların, sadece ve sadece şu an özellikle isimleri gündemde olan Fethullah grubu mensupları olduklarını beyan etmek ve o gün mesnetsiz, ihdas edilmiş deliller ve ithamlarla cezaevlerine atılanların sadece bu grup etkisiyle atıldığını ifade etmek diğer derin güçleri kayırmak anlamına gelecektir.

Bu da adaletsizliğin bir çeşidi olacaktır. Suçlu olanları değil de şu an şimşekleri üzerlerine çekenleri bütün hukuksuzlukların sorumlusu olarak ilan etmek doğru olmasa gerek.

Peki, bugün gündemde olmayanların işledikleri hukuksuzluklar ve adaletsizlikler ne olacak? Bunlar üzerine hiç eğilim gösterilmeyecek mi? İşkenceyle imzalatılan belgelerin altında bir FETÖ`cünün değil de; bir faşistin, bir Ergenekon`cunun, bir JİTEM`cinin veya bir İslam düşmanının imzası varsa şayet, bunlar hiç kaale alınmayacak mı?

Bugün takip edilen siyasette sanki böyle bir yol takip ediliyor. Ve bu da, adalet terazisinin yanlış yöne ok veya kalkan olmasını sağlıyor. İşte adalet sistemimizin sınavdan geçirildiği ancak sınıfı geçemediği en önemli konu da burası.

Bugün FETÖ hariç başka her kim ne yapmışsa yanına kâr kalıyorsa ve mağdurları hala bunun ceremesini çekiyorlarsa burada ciddi bir sıkıntı vardır demektir.

Sistemin veya herhangi bir odağın mağdurları kim varsa, adaletsizlik yapanların gündem(güncel) aktörlüğüne bakılmaksızın o mağdurların durumuna eğilim gösterilmeli. Aksi takdirde adalet ve hukuktan söz edilemez.

Adaletin terazisi her zaman ve zeminde; doğrunun ve haklının savunmasında, yanlışın ve haksızın karşısında bir ok ve kalkan olmalıdır.  

Gece kulübü saldırısıyla ilgili gözaltına alınan şahsın 4 yaşındaki oğlunun da -intikam hırsıyla- “kullanılması”nda beis görmeyecek kadar azgınlaşanların yolundan gidilse şayet, adalet ve hukuktan söz etmenin imkânı olamayacaktır.

Sonuç olarak; gözaltı yapmaktan tutun da gerek kollukta, gerek savcılık ve hâkimlikte geçen sürelerin tamamı adil ve hukuka uygun olmalı. Buna uymayanların kimlikleri FETÖ olmuş, Ergenekon olmuş veya başka bir düşüncenin temsilcisi olmuş hiç fark etmeksizin takibe tabi tutulmalı ve mağdurun hakkı ivedilikle iade edilmeli; çünkü meşhur deyimle ‘geciken adalet adalet değildir, adalet olmayacaktır.`

Gerek 90`lı yıllarda mağdur olanların, gerekse de bugün varsa ‘adalet!` diye talepte bulunanların durumlarına bakmak ve onların yaşadıkları üzerinden durum değerlendirmesi yapmak en doğru olanı olacaktır.  

Önemli olan hukuksuzluğun kimden geldiği veya kime uygulandığı değil; hukuksuzluğun bizatihi var olup olmamasıdır.

Selam ve dua ile…