• DOLAR 32.567
  • EURO 34.812
  • ALTIN 2491.533
  • ...

 

“Kadına Şiddeti önleme” maskesiyle vekillerin bile belki okuma zahmetinde bulunmadan oy birliğiyle geçirdikleri “İstanbul Sözleşmesi” ne menem bir şeymiş ki, bütün tepkilere rağmen dokunanı olmuyor; dokunan yanacak sanki!

Nas değil, ayet değil, ama her nedense onu kaldırmak veya değiştirmek imkansız gibi görünüyor, gösteriliyor.

Hak ve adalet, herkese hak ettiğini vermektir, birine olması gerekenden fazla güç ve hak tanındı mı onunla mücadele elbette ki zorlaşır. Çünkü kendisi hak etmediği imkan, taltif ve desteklerle artık tehdit eder hale gelmiştir. Onlardan kimilerinin, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ı bile son derece feminist buldukları şeklindeki yorumları, bu noktada görülen zaafiyetin bir göstergesi olsa gerek.

Bugün farklı renklerdeki ‘ifsat çatıları’nın ‘kadını koruma’ maskesiyle aileyi düşürdükleri tehlike ve buhran, sağır sultanların bile duymazdan gelemeyeceği bir olay artık.

Siyasetçisinden akademisyenine, hukukçusundan psikologuna, pedagogundan aile danışmanına her kesimden insanların, vatandaşların tepki gösterdiği aile politikalarıyla ilgili hiç bir adımın atılmıyor olması, tahripkar mihraklara tanınan desteklerle bu konuda geri dönüşün artık kolay olmadığının, olamayacağının göstergesi.

Buradan anlaşılıyor ki her geçen gün iş daha da zorlaşıyor, zorlaşmakta. Onun için iş daha kötüye gitmeden, tamamen güç ve kuvvetten düşmeden bir an önce aileyi koruma moduna geçilmeli.

Bir an önce din, can, mal, akıl ve nesil emniyetini sağlama adına bireyleri dinden soğutan; candan, maldan ve akıldan eden; nesli ifsad eden kanun ve tüzüklerden vazgeçilmeli, toplumu cinnete sürükleyen uygulamalar artık son bulmalıdır.  

 

Sosyal medyada sesini duyurmaya çalışanların anlattıkları hikayeler, insanların cinnet geçirmelerindeki nedeni ortaya koymaktadır.

Genç evlilik mağdurları, nafaka mağdurları, velayet meselelerinden doğan sıkıntılar; çözüm için dışardan menkul kanun ve sözleşmelerin, aile huzurumuza suikastını açık açık ortaya koymaktadır. Daha artık başka delil aramaya gerek yok. Bu kanun ve sözleşmelerle boşanan çiftlerin sayısı artmışsa, tarih ve kültürümüzde hiç rastlanmayan bir şenaat olarak evin reisi erkekler kendi evlerinden uzaklaştırılmışsa ve bunun sonucu barış, huzur ve eşler arası beraberlik değil; cinnet ve cinayet olmuşsa “yeter artık” demek gerekmez mi?!!

Namus ve şerefiyle helal yoldan evlenen gençleri, taciz ve tecavüzcülerle aynı zindanlara, aynı odalara tıkmanın akıl ve vicdanla izah edilir tarafı yoktur. Hele -tövbe Estağfirullah- flörtün, zinanın kanunlar nezdinde “anlayışla karşılandığı” bu memlekette, nikahlılara-evlilere-eşlere-ailelere reva görülenlerin izahı yoktur, olamaz!!!

Sıradaki yargı paketinde de bu mağdurlara yönelik bir düzenleme yoksa şayet; onların mağduriyetini bitirmeyi, devam eden kendi vebalimizi sonlandırmayı, içinde bulunduğumuz kendi günahımıza tevbe etmeyi başka zamanlara öteledik demektir.

Şunu net bilmeliyiz ki; aileye sahip çıkmadıkça, aileyi korumadıkça cinnet ve cinayetler bitmeyecektir; dindar nesil yetişmeyecektir; dinine diyanetine, ülkesine, halkına sadık, hayırlı salih-saliha evlatlar-çocuklar bulunamayacaktır!

Medeniyet de çözüm de dışardan menkul ecnebilerin dayatmalarında değil, bizim kültür külliyatımızda ve kitabımızdadır. Yüzbinlere hitaben irad edilen Veda Hutbesi’nin kadın ve insan haklarına yaptığı vurgudadır, çözüm. Evet, çözüm ‘dış müdahale’de değil, ‘içteki değerlerimizdedir.’

Selam ve dua ile.