• DOLAR 32.56
  • EURO 35.016
  • ALTIN 2434.696
  • ...

İstanbul seçimleri büyük bir yarış maratonuydu adeta. Genel seçimler bile belki bu kadar heyecanlı ve bu kadar tabir yerindeyse ölüm-kalım meselesi halini almamıştı.

İttifaklar dışında seçimlere giren partilerin dahi herkesin siyaseti, mevcut önde giden iki rakibin birini destekler nitelikteydi.

İstanbul seçimleri, seçimin yapılacağı yerin dışında tüm ülkede seçim çalışmalarının orası için yapıldığı bir tek belediye seçimi ünvanını taşıdı.

Seçimler yapıldı ve günlerdir seçim sonucu tartışılıyor. Bu seçimle AK Partililerin -AK Parti öncesi Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığını da eklediğimizde- 25 yıldır devam eden İstanbul Belediyesi riyaseti son buldu.

Bunun sebepleri çok tartışıldı, tartışılıyor. Doğru olan o ki, iktidar partisinin İstanbul’u kaybetmesinin sebebi bir tane değildir. Herkes kendi zaviyesinden meseleye bakarak değerlendirince sebepler farklılaşıyor. Dolayısıyla burada sebepler çok farklı, diyebiliriz.

31 Mart seçimlerini etkileyen sebeplerle beraber 23 Haziran seçim sonuçlarını etkileyen farklı sebepler de oldu ki, aradaki fark bu kadar açıldı.

Ancak genel manada poşetlerin 25 kuruştan satılmasından tutun, patates, soğan fiyatlarına kadar bütün bunların her biri birer sebep diye düşünülebilir.

Fakat ben burada asıl sebep, neredeyse herkesin bir şekilde nasibini aldığı hukuk eksenli mağduriyetler ve haksızlıklar oldu, diye düşünüyorum.

Güvenlik soruşturmaları ve mülakat mağdurları ile herhangi bir örgüt adı altında operasyon yiyen pasif tavırlı farklı düşünce sahipleri her geçen gün arttı.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki güvenlik soruşturmalarındaki haksız, adaletsiz ve suçun şahsiliğini baypas eden yöntemler AK Parti tabanını küstürdü, hatta karşıt konuma sürükledi.

FETÖ operasyonlarının vardığı boyut ve bu operasyonların “ihanet”, “ticaret” diye tabir edilen kısımdan çok, “ibadet” diye değerlendirilenler üzerinden teenniden uzak bir edayla sürdürülmesi de etkili sebeplerdendir.

 Sokakta, caddede karşılaştığın insanlara sorduğunda, “güvenlik soruşturmaları” ve “mülakat” facialarıyla ilgili somut örnekleri olmayan kalmamış neredeyse.

28 Şubat Sürecini yaşamış, binbir sıkıntıyla okulunu bitirip Hafiz’ul Kur’an olmuş, yaşadığı mağduriyetlerin dışında “kaydı bulunmamış” bir genç kızımızı, “arşiv kaydı” yalanıyla ötekileştirmenin bir mazereti de savunulur bir yönü de yoktur, olamaz.  Bunu yapanlar, düşman üretmekten başka bir çabanın tarafı olmamışlardır.

Elbette ki meseleye partiler üstü bir perspektiften yaklaşmak icab ediyor. Resmin bütününe odaklanmak gerekiyor. Hiç kimsenin kendi çıkarlarını ülkenin veya insanlarımızın yararı üstünde tutma hakkı yoktur. Ama işbaşındaki salahiyet sahiplerinin göz göre göre bu kadar yanlış yapma hakkı da yoktur. Çünkü bunun maliyeti bazen çok fazla olabiliyor; bugün gördüğümüz gibi.

 

Tüm bu olup bitenlerle birlikte, karşı tarafın gücünü birleştirdiği ve devirmek için bütün parti pırtılarından vazgeçtiği bir yerde, az da olsa müspet mevcudu korumanın dışında bir seçeneğin olmadığı zamanlar olabilir. Çünkü böylesi durumlarda olup bitenlerden etkilenen sadece bir parti olmuyor, olmayacaktır. Onun için varsa, mevcud müspeti koruma veya daha iyiye götürme adına gereken her şey söylenmeli ve atılması gereken adımların hızlandırılması için her ne gerekiyorsa yapılmalıdır. İşin asıl noktası da burasıdır.

 

İstanbul seçimleri ardından gelen gözetleme kulelerine yönelik saldırı...

Önceki gün akşam, Suriye’de çatışmasızlık bölgeleri diye tabir edilen yerlerdeki Türkiye’nin gözetleme kulelerinden birine saldırılar oldu ve Türkiye de karşılık verdi. Sosyal medyada savaş haberleri pompalanıyor.

İç ve dış gelişmeler olumluda paralellik arz etse iyi, ancak olumsuzluktaki aynîlik, ummadığımız tehlikeli süreçleri salık verebilir. Türkiye’deki son gelişmelerle beraber, komşularla girilecek sıcak gerginlikler hayra alamet sayılmayacaktır.

Süreç daha bitmemiştir. İç gündem olan bir belediye seçiminin sonucu üzerinden daha hangi kara propagandalar ve sonuçlar tahakkuk ettirilecektir, belli değil.

Onun için naçizane, burada kimseye akıl vermek gibi bir tavır içerisinde değilim; ama bütün bu muhtemel sebepler ve ortaya çıkan/çıkacak sonuçlarla alakalı sadece, “Herkes aklını başına alsın!” diyorum ve başka da bir şey demiyorum.

Silm ve selam ile...