• DOLAR 32.403
  • EURO 35.37
  • ALTIN 2325.517
  • ...

Türkiye, vize krizi ile ilgili olarak ABD`nin Ankara Büyükelçisi John Bass`ı suçladı. Ancak Beyaz Saray Sözcüsü ''Bizim büyükelçilerimiz kendi kendine iş yapmaz. Bu karar, ABD Dışişleri Bakanlığı, Beyaz Saray ve Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) ile koordinasyon içinde alındı.'' diyerek kararın sorumluluğunu üstlendi.

Vize yasağı kararı, John Bass ve ekibi tarafından ya da Beyaz Saray ile söz birliği içinde alınmış olabilir. Her iki seçenek de ABD`nin geldiği durumu örtbas edemez.

ABD, Obama döneminde kırılma yaşadı. Neo-Con denen, çoğu Cumhuriyetçi, bir bölümü Demokrat Parti`den ve fiilen veya fikren Çay Partisi etrafındaki bir kesim, Siyahî bir başkanı kabullenemedi. Ona karşı, sınırlı da kalsa “Sen, benim başkanım değilsin!” propagandası yürüttü. Propagandayı yapanlar, konuyu Obama`nın Müslüman kökenli olmasına dayandırsalar da gerçekte daha çok Siyahî olmasından rahatsızdılar.

ABD, Müslüman olmayan ama Müslüman kökenli bir Siyahî`yi başkan yaparak “sarsılmaz bütünlük” avantajını kaybetti. Bununla birlikte sürekli Müslüman kökenlilik gölgesinde tutulmak Obama`nın İslam alemi ile sürdürülebilir ilişkiler geliştirmesini de engelledi. Obama, o propagandanın korkusuyla bozuk olan dengeyi israil`den ve diğer İslam karşıtlarından yana daha da bozdu.

Trump`ın iş başına gelmesi, Obama dönemindeki bu iç süreç ve bunun dışarıya yansıması söz konusu olmasaydı ABD açısından daha az yıpratıcı olabilirdi.

“Sen, benim başkanım olamazsın!” hazır propagandası, Trump`tan sonra el değiştirerek hazır bir şekilde Trump karşıtlarının eline geçti.

Dün ABD`de “Sen, benim başkanım olamazsın!” propagandasını yapanlar, bugün o propagandaya maruz kalmış durumdalar. Ama mesele sadece bundan ibaret değil, saklanmaya çalışılan artık ABD`nin iki yakasının bir araya gelmediğidir.

ABD`nin gücü “fil”le “eşek”i aynı merada tutabilmesinden geliyordu. Artık ABD`de “Fil”lerle “eşek”ler bir arada barınamıyor. ABD`de gücün kaynağı dağılıyor. Güç sahipliği ve yük taşıyıcılığı, bütünleşmiyor. Güç, itaat edecek eşekler bulamıyor. Güçlüler, eşek olmayı kabullenmiyor. Eşekler, güçlülere boyun eğmiyor.

Trump`ı kabullenmeyen eski ekip kararlarını adeta kendi başına alıyor. Trump`ın etrafı günden güne boşalırken onun başkanlığını kabullenmeyenler, kendi özerkliğini ilan etmiş gidiyor.

Bunun açık örneği, Trump`ın sözde terörle mücadeleyi, gerçekte ABD`nin dışarıdaki sömürge savaşlarını saha sorumlularına bırakmasıdır. Sözde Trump adına görev yapan, gerçekte Obama döneminde göreve getirilip hâlâ orada olan, DAİŞ`le mücadele sorumlusu Brett McGurk gibi saha sorumluları, artık kendi kararlarını kendileri alıyor, daha doğrusu kendi çevresi içinde alıyor.

Açıkçası, Trump`ı kabullenilmeme durumu, ABD`yi dışarıda bir tür Neo-Koloniciliğe götürüyor. Geçmişin bütüncül siyasete sahip ABD`sinin yerine artık her kolonisinin farklı bir tutum içinde olabileceği bir ABD çıkıyor.  

Türkiye ile ilgili vize kararı, bunun dış politikaya yansımış ancak Beyaz Saray tarafından ustalıkla saklanan biçimi de olabilir. Bundan sonra pek çok Amerikan elçiliği de ABD`nin görünen siyasetinden farklı bir tutum içine girebilir. ABD, işine geldikçe elçileri sahiplenir ya da “Bu elçinin işi” o karar üzerinden tavizler koparabilir. Ancak ABD, kötü gidişatını gözlerden saklayamaz.

Siyasette özerk kolonilere bölünmek, bütünlüğe alışmış ABD için hem prestij kaybı hem gittikçe dağılma anlamına geliyor. Ne var ki İslam dünyası için kendi başına çok şey ifade etmiyor. Aksine saha hâkimiyetlerini genişletme hırsında olacak, bazıları Yahudi kökenli koloni sorumluları, İslam dünyasında daha büyük karışıklıklara da yol açabilirler.

Düşmanın dağınıklığının anlam taşıması güç olmaya bağlıdır. ABD`yi güçlendiren İslam dünyasının bir güç ortaya koyamayışıdır. İslam dünyası, birkaç ülke bazında bile olsa toparlanma aşamasına girdiği an, kolonileşmiş bir ABD siyasetinin ardından gelecek olan, ABD`nin kıyametidir. Zira engellenemeyen bir parçalanmanın ardından gelen daima ölümdür.