• DOLAR 32.355
  • EURO 35.633
  • ALTIN 2323.136
  • ...

26 Aralık 1925`te çıkarılan 698 Sayılı Kanun`la, Hicrî Takvim yürürlükten kaldırıldı, Milâdî Takvim yürürlüğe kondu;  “devrim” hızıyla dört gün içinde, zaman alt üst edilerek 1 Ocak 1926`dan itibaren Milâdî Takvim kullanıldı.

O günden bugüne her yıl, geçmişte devlet desteğiyle bugün medya ve zihniyet gücüyle “yılbaşı kutlamaları” adı altında normal aklın alamayacağı Noel eğlenceleri düzenleniyor.

Ne yazık ki bu değişiklikler yapıldığında Müslümanların sorunları derince tahlil edecek hâlleri yoktu.

Müslümanların dikkati ahlak üzerineydi. İbadetlerini az çok yapan Müslümanlar o günden sonra yılbaşı kutlaması adı altındaki Noel Kutlamaları`nda yaşanan gayri ahlaki eğlencelere takıldılar, bu eğlencelerin yol açtığı tüketim, ölümler, aile problemleri ile ilgilendiler. Bu eğlencelerin kökenindeki takvim değişikliği üzerinde kafa yormadılar, yordularsa bu konuda neredeyse hiçbir şey söylemediler.

Siyasi ve ideolojik değişikliklerde ahlak genellikle neticedir. Kötü siyasi kararlar, kötü bir ahlak doğurur.  Dolayısıyla önemi ne olursa olsun ahlaki problemlerin ele alınışında sonraki sıralarda kalır. Onunla uğraşmak, sorunun ortadan kalkmasına yol açmaz. Bu gerçeği anlamakta güçlük çekmeye de devam ediyoruz.

Aslında ahlak konusunda da yüzeysel düşündük. Ahlakın tali neticeleri ile uğraştık. Ankara`da bulunduğum yıllarda çoğu zaman “yılbaşı tatili” diye ilan edilen Noel tatilinde derslere devam ederdim. Yılın ilk günü otuz km`lik yolda dikkatleri en çok gece boyunca alkollü sürücülerce kullanılıp darmadağın olmuş araçlar çekerdi, minibüs veya otobüste birlikte yolculuk yaptığımız kişiler “Yazık bu arabalara!” derlerdi.  

Çoğu, Noel eğlencesi bir yana sorunun alkolden kaynaklandığını bile kabullenmek istemezdi, suçu yollarda bulurdu. Zihinlerde “Noel`e Hayır!” demek bir yana “Alkollü iken araç kullanmaya hayır!” demek dahi yoktu. Kimisi içinden “Hayır!” dese de bunu dillendirmeye cesaret edemiyordu, söz birliği içinde “Noel`e Hayır!” demek yerine hayatı Noel`e uydurma eğilimi gösteriyorlardı. 

Büyük meydanlardaki eğlencelerde taciz vakalarına karşı kurulan “süper taciz timleri” de böyle bir zihniyetle oluşturuldu. Bu eğlencelerin yol açtığı sorunlar, önlem alınarak yerleştirilip resmi bir güvence altına alınıyor, toplumsal bir sürekliliğe kavuşturuluyor.

Bütün bunlar niye yaşanıyor? Sorunun cevabını bulur da söylersek başımıza bir iş gelir korkusu, vaizlerin, hatiplerin konuya eğilmesini engelliyordu. Hatta çağı değiştirme şuuru olmayınca çağa uymaya karar veren kimi vaiz ve hatipler, gayet “çağdaş” bir tutum takınarak yılbaşı adı altında Hıristiyan Noel`ini Müslümanlar için kutluyorlardı, bu vesileyle “Yeni yılınız kutlu olsun!” diye bitiriyorlardı vaaz ve hutbelerini. Belki hâlâ da böyleleri vardır.

Bu facianın neresine gülüp neresine ağlayacağız?

Gülerek veya ağlayarak bu sorun üzerine düşünmek durumundayız. Pratik sonuçlar doğursun veya doğurmasın, “Bize ne oldu da bin dört yüz yıldır Hıristiyan ordularla savaşırken, tarihimizin en kara sayfalarını Haçlı Seferler oluştururken o Hıristiyan orduların, Haçlı askerlerin bize dayattığı Noel`i gönüllüce ve çılgınca eğlenerek kutlar duruma düştük?” sorusuna cevap bulmak zorundayız.

Takvimimizi değiştirenler, basit bir hesap değişikliği yapmadılar. O dönemin Türkiye`sini izleyenler, bunun Şapka Kanunu`ndan daha çok tepki çekmesini beklemişler. Ama biz, bunu basit bir değişiklik olarak görmüş olacağız ki sesimiz çıkmamıştır. 

Gerçekte onlar, bizi Hicret`le başlayan bir zaman anlayışından, dolayısıyla bir yaşam tarzından sözde Hz. İsa`nın doğumuyla başlayan gerçekte Batı`nın “dalalet Hiristiyanlığı”yla ilişkili bir zamana, dolayısıyla bir yaşam tarzına taşıdılar.

Dolayısıyla Hicret sonrasında Medine`de getirilmiş ve bütün İslam toplumlarında hep var olmuş yasaklar kalkıverdi, onun yerini Batı`nın çılgın yaşam tarzı aldı.

Bu tespitle kendimize bir daha soralım: Felaket, Noel eğlencesi midir, takvimlerimizin değiştirilmesi midir?