• DOLAR 32.352
  • EURO 35.103
  • ALTIN 2310.121
  • ...

İslam âlemi, kendisini ve dünyayı ilgilendiren olayları yönlendirme kabiliyetini kaybettiği günden bu yana siyasi ve sosyal yönlerden olduğu kadar ekonomik yönden de saldırı altında kaldı. Hatta mesele Batı merkezli ele alındığında İslam âleminin saldırı altında kalmasının asıl nedeni ekonomidir.

İlk günden bugüne Batı açısından İslam âlemi, dünyanın diğer kesimleri gibi sömürülecek bir zenginlik coğrafyasıdır, bu coğrafyanın sömürülmesinin önündeki engel ise İslam`dan kaynaklı siyasi ve sosyal yapıdır.

Ekonomi, Batı`nın bütün dünya ile ilişkilerinde olduğu gibi İslam âlemi ile ilişkilerinde de hep merkezde yer aldı. Batı, dün İslam âlemindeki ekonomik zenginliklere ulaşmayı asıl hedef edinmişti; bugün ise İslam âlemini dize getirmek için ekonomiyi bir silah, bir saldırı aracı olarak kullanıyor.

İŞGAL ÇEŞİTLERİ

İslam âlemi kendisine dönük fizikî işgali (toprak işgalini) ilk günden fark etti, kültürel işgali (düşünsel, ideolojik) anlamakta gecikti, ekonomik işgali ise ancak ana hatları ile anlayabildi, Batı`nın niyetini gerçekleştirmeye aracılık edecek detayları açıkta bıraktı. Bugün bu detayları konuşma zamanıdır. Biz, fizikî işgal gibi, kültürel işgal gibi, ekonomik işgali de korkusuzca konuşmak ve bütün ayrıntıları ile irdelemek zorundayız. Aksi hâlde İslam âlemi başına gelen modern felaketi anlamayacaktır. Bir felaket iyi anlaşılmadan ondan selametle kurtulmak mümkün değildir.

Batı`nın İslam âlemine yönelik en büyük ekonomik saldırısı, İslam âleminin büyük ve farklı zenginliği petrolün bölgeselleştirilmesiydi, petrolün çıktığı mikro alana ait olduğu fikrini kendi çıkarı doğrultusunda yaymasıydı.

Bu saldırı kapsamında biz, Kuveyt gibi bir petrol çeşmesinin zenginliğe boğulmasına şaşıp kaldık, Kuveyt dinarının değer kazanmasını neredeyse Kuveyt emirliğinin zekiliğine, büyük düşünmesine bağladık.

Oysa emperyalist güçler, Kuveyt`e bir verip ondan doksan dokuzu alıyorlar ve kendilerine taşıyorlardı. O giden doksan dokuzun doksanı dahi Kuveyt`in çevresine, İslam âlemine kalsaydı seksen dokuz Kuveyt daha ortaya çıkardı. “Kuveyt petrolü,  Kuveytlilerindir” denerek aslında “Kuveyt petrolü, sömürgecilerindir” dediler de biz anlamadık. Ortak zenginlikler, çeşme başına ait kalınarak dışarının saldırısına açık ve dışarıya taşınılabilir kılındı da biz, bunu kendi literatürümüz içinde işleyemedik.

Ümmet bilinci, bizde ağır bir darbe almıştı. Böyle bir hâle ancak “Arap petrolü Araplara aittir” gibi bir anlayışla karşı çıkabildik, petrolü sahibi Araplar, petrolü olmayan Arap ülkelere bir yüzde bir veya daha azını verdiklerinde o ses de kısıldı. Mısır, Suriye gibi ülkelerde Batı yanlısı rejimleri koruma gereksinimi söz konusu olduğunda petrol geliri, buraya Batı hesabına ve Batı ile işbirliği içinde aktı. Bu kirli girişim dahi “petrol gelirinden yararlandırma” gibi güzel sözlerle anlatıldı.

SALDIRININ 2. AYAĞI:TEMBEL TOPLUM MODELİ

İslam âlemine yönelik ikinci büyük ekonomik saldırı, yine petrol sahibi ülkelerde çalışmayan tembel bir toplumun üretilmesiydi. Petrol zenginliğinin başına getirilen rejimlere karşı bir tür sus payı olarak kullanılan bedelsiz maaşları, İslamî idarenin halkın geçimini sağlama ilkesiyle açıklama yoluna gittik. Ay boyunca oturup ay sonunda maaşını alan bir halk, eli de dili de kesilen bir halktır. İslam, hiçbir zaman bunu ön görmemiştir. İslam, zenginlikleri bir hizmet karşılığında dağıtır, bu hizmet bulunmadığında ya da kişinin gücü geçimine yetmediğinde onu destekleme yoluna gider. Oturup yatan bir insana lüks bir yaşam sağlamanın ne başı ne sonu İslam`a uyar. Bu hâl İslam`ın insana bakışıyla da paylaşım anlayışıyla da çelişir. İrade dille ifade edilir, elle gerçekleştirilir. Dili ve eli bağlanmış bir halkın iradesi yoktur. Bir halkı iradesiz bırakmak, iyilik değil, şerrin kendisidir.

Karşılıksız maaş alanların birikimleri, Batı bankalarının bir tür el konmuş sermayesine dönüştü, bununla birlikte onları Batı`yı dolaşıp oralarda yiyip içen başıboş turistler ediverdi.

Petrolün değer kaybetmesi durumunda bu maaşlı iş görmezler ne yapacak? Kocaman bir hiç…

Sorun sadece petrol zenginliği değildir elbette. Petrol, sorunumuzun anlaşılmasında sadece bir simgedir.

Tarih boyunca kendisine yeten bir ekonomiye sahip olmuş birer coğrafyada kurulu Türkiye, Mısır, İran gibi ülkelerin İMF`ye borçlandırılmasını ekonomik saldırı dışında anlamak mümkün müdür?

Türkiye gibi altı, üstü ve çevresi zenginliklerle çevrili bir coğrafya Batı`dan hangi koşullarda bağımsız hareket edemeyecek kadar borçlansın? Ya da Mısır ve aynı zamanda petrol zengini İran…

SALDIRININ BİR BAŞKA AYAĞI:BUNALIM EKONOMİSİ

İslam âlemine yönelik üçüncü ekonomik saldırı, nüfusları ve coğrafyaları İslam âlemine yön verebilecek ülkelerin ekonomi sistemine hükmederek onları sürekli bağımlı bir hâlde tutmak, onları bu bağımlılık içinde hep ekonomik bunalım içinde bırakmak, yol almalarını engellemektir.

Bu ülkelerden herhangi biri yol alma niyetinde olduğunda tedbirlerle karşılaşır. Ya bu niyet yok edilir, ya bu niyet kontrol altına alınır, durdurulur, değiştirilir, Batı`nın sistemiyle uyumlu hâle getirilir ya da yaptırım seçeneği kullanılır.

Bugünün dünyasında yaptırım, artık etkili bir silah değildir, yaptırımı uygulayanların aleyhine dönebilir. Öz imkânlara yönelmeyi sağlayıp gelecekte Batı`nın ekonomi silahını etkisizleştirecek alternatif bir ekonomi oluşturarak, Batı`nın mallarını Batı`da bırakarak…

Bunun yerine daha etkili yollar geliştirilmeye çalışılıyor. Ama Batı`nın eli eskisi kadar rahat değil.

Biz, zenginliklerimizi ne çıkarabildik, ne işletebildik ne de kendi ölçülerimize göre satabildik. Onlar, gelip bu zenginlikleri çıkardılar, işlettiler ve sonra kendi ölçülerince sattılar. Biz de kendi zenginliğimizin alıcısı oluverdik. Alan mahkûmdur. Satan, bunu bilir. İslam âlemine yapılacak en büyük hizmet, onu bu alıcı durumdan, bu bağımlı durumdan kurtarmaktır. 

Batı`nın bugün içinde bulunduğu durum, böyle bir atılım için uygundur. Ancak İslam âleminde işbirliği yapılacak gücün bulunamayışı bu atılımı güçleştiriyor. Dolayısıyla sorun, bir ülkenin, bir halkın problemi olmaktan çıkıyor, bir ümmet problemine dönüşüyor. Soruna bu geniş açıdan bakıldığında onun üstesinden gelinir. 

Batı, ekonomiye hükmederek insanlığa hükmedebileceğine inanıyor. Ekonomiyi ilahlaştırıyor. Hiçbir gücün o ilaha karşı direnemeyeceğini düşünüyor. İslam âlemi bu ilaha ya “La” diyecek ya da Batı adına ona boyun eğecektir. Bir tarafta zillet, diğer tarafta kurtuluş vardır.