• DOLAR 32.368
  • EURO 34.974
  • ALTIN 2324.906
  • ...

Toplumsal refah düzeyi, yirmi yıl öncesiyle kıyaslanmayacak kadar yükselmiş ve geniş bir toplum kesimine yayılmış.

Dünün şose yolları, yerini halkın tabiriyle “kaymak gibi” asfalt yollara bırakmış… Dün sokaklarında at arabalarının koşuşturduğu şehirlerde lüks araç yarışı var… Birkaç yakın ailenin paylaştığı kerpiçten, briketten avluların yerini neredeyse “akıllı bina” ihtişamında lüks siteler almış…

Bir toplum bilimci olarak bu refahın toplumsal takdir getirmesini bekliyorsunuz. Oysa toplumun damarlarına açıldıkça tam ters yönde veriler doluşuyor sepetinize…

Bir komedyen bunu “Hizmet obezi olduk” diye açıklamıştı. Obez olmakla, hizmetler karşısında doymayıp daha fazlasını talep etmeyi kast ediyordu.

Bir kesimin refah düzeyi değişince eğilimlerini, dolayısıyla eleştirilerinin hedefini değiştirdiği doğrudur. Onların “eleştirileri” ile toplumsal statülerinin değiştiğine dair bir tür “sonradan görme” vaziyeti gösterdikleri de o doğrunun bir parçasıdır. Ancak vaziyeti sadece obezlikle açıklamak fazlasıyla yanlıştır.

“Malum propaganda cephesi”nin toplumun ölçüsünü hizmetleri takdir noktasında bozmayı başardığı da görülüyor. Fakat az öncekine bunu eklemek de durumu izah etmeye yetmiyor.

Yüksek okul mezunu, bir çocuk babası genç bir adama ne iş yaptığını sordum: Dönercide çalışıyormuş… Günlüğü 35 liradan… Sabah 10’da başlayıp akşam 9-10 gibi eve dönüyormuş… Sigorta, ona hiç uğramamış… İŞKUR’a başvurmuş… Tam işe başlayacağı sabah, telefonu çalmış… Listeler değişti, demişler… O günün yerel bir siyasisi yakınlarını almış…

Bu düşük siyasiler, babalarının hayrına hatırına mı yakınlarını alıyorlar, değil, sırlarını saklayacak kişileri seçip kişi başına İŞKUR aylığından yüzdelik alıyorlar ya da ilk aylığa el koyuyorlarmış…  

Mideniz bulanıyor, istifra edecek oluyorsunuz… Sonra, belki bir yanıltma var diye kendinizi avutuyorsunuz. Ama 24 saat geçmeden kelli felli bir adam, yeminler ederek il siyasetçilerinin İŞKUR ve sair kadroları paylaşıp sattıklarını söylüyor. Yalan söyleme ihtimali mi?.. Sıfır… Zira içeriden konuşuyor!

Kimi ANAP, kimi DYP, kimi DSP, kimi CHP kökenli bu müptezel siyasiler, ilk bir iki dönemden sonra iktidar partisinin istikrarını keşfedince gelip anahtar yerleri ele geçirmişler… Kimi şeyh çocuğu, kimi ağa… Kimi sonradan zenginleşmiş, geniş aileli eli uzun, kulağı kesik bir uyanık…  

Güçlerini her halükârda emirlerine icabet eden aile çevrelerinden ve buna ekledikleri ilkesiz menfaat açlarından alıyorlar. Her birinin oyu, bir şehirdeki en güçlü İslamî çevrenin oylarını üçe katlıyor… Oylarının gücünü keşfetmişler… Yedikleri gibi minnet de ediyorlar. Hatta “Şu İslamcılar”  diye söze başlayıp en temiz dindar bürokrat ve siyasilere fütursuzca hakaret de ediyorlar.  

Öylesine “düşükler” ki…

Yaşlı aylığına dahi göz dikiyorlarmış… Yaşlının tabii olarak hak ettiği aylığın önüne engeller çıkarıyorlar, sonra ilk aylığın kendilerine verilmesi karşılığında büyük bir “hizmet görüyorlarmış”.

Ve en acısı, şeyhlerimiz, mollalarımız çocuklarının işe alımı gibi aslında hakları olan ihtiyaçlarının karşılanması için bunların eşiğine varıyorlar. Bu müptezeller de “Günahlarına kefaret edercesine” şişinip o tür hizmetleri görecek kadar da hayırsever oluveriyorlar… Kendi çukurlarına toplumun bütün temiz kesimlerini de çekme fırsatı buluyorlar. Bir de o muhtaçlar için “Onlar da çıkar peşinde” deyip yeryüzünde temiz kimsenin olmadığı avuntusuyla edebiyat yapıyorlar.

İnsan dinledikçe yok mu bu müptezeller için darağacı kuracak biri diye bağırası geliyor… Fakat toplum, size “Sakın denemeyin! Sonuç diye o müptezellerin yerine siz asılırsınız” diye adeta yalvarıyor…

Açıkça ifade ediyorum: DYP-SHP hükümetinden bu yana toplumu hiç bu kadar bu müptezeller karşısında çaresiz görmedim.

Hele CİMER denen elektronik yüzden bahsedildiğinde öyle bir istihza gülümseyişiyle karşılaşıyorsunuz ki iç dünyanızda elleriniz “Medet” diye Rahman’a kalkıveriyor…

Ve henüz birkaç yıl önce başımı kesseniz oyum değişmez diyen kişiler, size yeni ama güçlü arayışları soruyorlar, var mı bir umut, diye gözlerinizin içine içine bakıyorlar…