• DOLAR 32.512
  • EURO 34.867
  • ALTIN 2480.924
  • ...

Yerleşik olmayan, başka ifadeyle Yörük olarak yaşayan ve Yörükçe davranmayı sürdüren Müslüman Türk topluluklarına pek eskiden beri Türkmen denmiştir.

Türkmenler, Miladî 10. yüzyılda toparlanıp 11. yüzyılda İslam dünyasına karşı saldırıya geçen Bizanslılar karşısında İslam’ın en önemli güçlerinden birini teşkil etmişlerdir. Haçlı Seferleri’nde de ani atakları ve okçuluklarıyla tarih kitaplarında büyük bir övgüyle anılmışlardır. Ancak Anadolu Selçuklu günlerinden itibaren kimi Türkmen toplulukları, “sürekli itiraz”ın, “sonu gelmez isyanlar”ın bir tür simgesine dönüştüler.  

O günlerden sonra isyan eden Türkmen toplulukları, Babai isyanlarında olduğu gibi çoğu zaman Kürtlerle de buluşmuş ve tarihe geçecek vakalara yol açmışlardır.

Türkmen isyanları, Çukurova, Toroslar ağırlıklı ama kimi zaman Ege ve Rumeli’de de farklı versiyonlarda Osmanlı döneminde de görülmüştür. Bu isyanlar çoğu yerde Alevi bir karakter de kazanmış ve 19. Yüzyılda Dadaloğlu’nun coşkulu varsağılarına konu olacak kadar uzamıştır. Ancak Celalî İsyanları dışında hiçbir zaman bu isyanlar, Selçuklu dönemindeki Babai İsyanları gibi büyümemiştir.

Coşkulu bir ruha sahip olan ve çoğu zaman sadece sezileriyle hareket eden Türkmenlerin isyan etmesi için makul bir sebebe gerek yoktur dense de bu isyanlar hiç kuşkusuz sebepsiz değildir. Türkmenler, devletin farklı unsurlar üzerinden seçkinci (elitist) bir yaklaşımla kendilerine bakmasından rahatsız olmuş, kimi zaman pahalılıktan şikayet etmişler, kimi zaman devletin savaş nedeniyle kendilerinden aşırı vergi almasından ya da sürekli asker talep etmesinden dolayı devlete karşı ata binip kılıç kuşanmışlardır.  

Osmanlı, Yavuz döneminde buluştuğu Kürtleri tatmin ederek sonradan Alevileşen kimi topluluklar dışında, Batılılaşma felaketine kadar, Kürtleri bu isyan sürecinin dışına çıkarmayı başarmıştır. Bunun yanında;

1.  Osmanlı padişahları, ilk günden itibaren kendilerini bir Türkmen beyi gibi görmüşler; seçkinci (elitist) bir yaklaşımdan kaçınmışlar, mütevazı konutlarda oturmuşlar, halkla içli dışlı olmaya önem vermişlerdir.

2. Osmanlı, bu isyanların günün imkânlarının da yardımıyla şehirdeki elitle ve Şah İsmail süreci dışında dış güçlerle asla buluşmasına izin vermemiştir.

Ama Osmanlı, bu isyancı kitleyle hiçbir zaman iyi bir diyalog da geliştirememiş, onlara her zaman uzaktan bakmıştır ki bugün Osmanlı karşıtı Türkçü söylemin esasını da onun bu tutumu oluşturur.

Konuyu burada bırakıp seçim değerlendirmesine geçecek olursak seçimler her zaman sürprizlere açıktır. Bu sürprize yol açan ise yerlerini hep koruyan sabit tercihli seçmenlerin yanında sonucu etkileyen değişken bir seçmen kitlesinin de bulunmasıdır.

AK Parti, iktidara geldiği günden bu yana Ankara Çankaya; İstanbul Kadıköy, Bakırköy; İzmir merkez ilçeler gibi mahallerde yerleşik sabit bir muhalif seçmen kitlesiyle yüz yüze kaldı. Bu seçmen kitlesini ikna etmek için gösterdiği hiçbir çaba sonuç vermediği gibi bu kitle kimi mahallerde kendisini günden güne büyüttü, muhalefet gücünü artırdı.

Vakanın daha sorunlu yanı ise AK Parti, karşısındaki sabit muhalifler olarak sadece bu kitleye yöneldi, siyasetini tamamen bu dış güçlerle iletişim kurmakta mahir şehirli elite karşı dizayn etmeye çalıştı. Oysa Çukurova, Toroslar, Ege, Rumeli Türkmenleri de kimi zaman MHP kimi zaman CHP mensubu olarak AK Parti’nin neredeyse sabit muhalifleri arasında yer aldılar. Bu kitle yıllarca kadim Alevi muhalefet ve şehirli elitle ittifak içinde daima AK Parti’ye karşı oy kullandı.

AK Parti, bu Türkmen muhalefeti eritmek için ekonomik düzenlemeleri ve ülke adına başarıları yeterli gördü.

Yine AK Parti, ilk yıllarında Kürtlerin önemli bir kısmının bu muhalefetle buluşmasının önüne geçmişse de dış güçlerin de araya girmesi ve seküler elitist sınıfın riyakâr Kürt söylemi yüzünden son süreçte Kürtlerin önemli bir kısmının da bu muhalefetle buluşmasını engelleyemedi.

AK Parti, 25 yıllık belediye iktidarı ve 17 yıllık ülke iktidarı boyunca şehirli sabit muhalif elit kesimden tamamen umut kesince milliyetçi söyleme yöneldi, başarılarını milliyetçi söylemle ifade ederek Türkmen yapıyı kendi safına çekebileceğini düşündü.

Onun bu çabasına karşı,

1. CHP içinde yer alan bir kısmı Rumeli kökenli, diğerleri Çukurova’dan Çanakkale’ye kadar sahilde yerleşik sabit Türkmen muhalefeti yerinden bile kıpırdatamadı.  

2. MHP’nin içindeki bir kısım Türkmen muhalefet, MHP ile AK Parti arasındaki yakınlaşmada değişmek yerine İyi Parti çatısı altında buluşup sabit muhalefetine devam etti ya da MHP’de kaldığı hâlde eli AK Parti’ye oy vermeye uzanmadı.   

3. AK Parti’nin milliyetçi söyleme yönelmesi Türkmenlerle eskiden beri aynı itirazlara sahip olan sabit muhalif Kürt kitlenin büyümesine de yol açtı.  

Üstelik, bu sabit muhalif kitle Boğaz’daki yalılarda oturan, riyakâr ultra elit sınıfla buluşmayı da başardı,  AK Parti’nin yüzde elli bandının çok üzerine çıkmasına bir türlü izin vermedi, iktidarını hep bıçak sırtında tuttu.

AK Parti, kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın Refah Partisi’nin üzerinden inşa olduğu dindar siyasi gelenekten gelmektedir.

İslamî köklere dayanan dindar siyaset, özü itibari ile karakterinde devrimci, günlük icraatlarında ıslahatçıdır.

Devrimciliği istiğfar ve tövbeye dayanır; ıslahatçılığı ise ihya ve tecdid olarak kendini gösterir ki bu hâl onu sürekli bir değişim, bir yenileşme içinde tutar.

Bilindiği üzere istiğfar ve tövbe, sabitler etrafında eksikleri görmeyi ve daha iyi bir amele yönelmeyi ifade eder. Böylece siyasi yapı, tutumlarını sürekli asli değerleri üzerinden sorgulayarak yanlışlarını tespit eder ve daha üstün bir tutuma yönelir. Dolayısıyla sürekli bir ihya (canlanma) ve tecdid (yenileşme) yaşar. Kendisini alışkanlardan, uyuşukluktan, gafletten korur; eserlerine eser katar.

Yine dindar devrimcilik, İslam’ın insana insan olmasından dolayı verdiği değer ve Hz. Peygamber’in sünneti gereği daima halkçıdır, elitizmi (seçkinciliği) ve onun karakteri olan kibri şiddetle reddeder, halka daima yakın değil, halkla bizzat beraber olur, mescitleri bu beraberliğin simgesi yapar.

 Halbuki AK Parti, başta koşullar gereği yöneldiği muhafazakârlığı zamanla benimsedi ve gittikçe sağcı elitizme, dolayısıyla kibre yöneldi. Şehir ve kasabalarda, AK Partili denince akla “Kendilerine has sitelerde oturan, halka burnunun ucundan bakan, Cuma namazı kılsa da günlük ibadetlerinden kuşku duyulan” bir elit geliverdi.
Bu “sonradan görme” elit, siyaseti daima çıkar için yapan eski klasik sağcı kesimle de ittifak kurunca halkın asla sempatiyle bakmadığı bir yapı zuhur etti. Rüşvet ve yolsuzluk ise… Bu tür yapılar bulaşmadan edemezler, bulaşmasalar dahi halk onları bulaşmış gibi görür ve onların siyaset amacını hep kazançla açıklar.

Ve nihayetinde sosyal değişim, kültür politikaları ile olur, kültür politikaları ise eğitim ve cami ile sınırlı tutulamaz. AK Parti, iktidarı boyunca, camiye gelmeyecek ve imam hatibe çocuk göndermeyecek şehirli elite yönelik bir kültür politikası geliştirmedi; büyük bir tiyatro, sinema hareketi başlatmadı, kitleleri etkileyecek roman, hikaye yazarlarını desteklemedi. Buna karşı yıllar boyunca o elit sınıfın hevasını okşayarak onları sakinleştirmeyi, yine aralarından kaptığı bazı günahkârları reklam aracı olarak kullanmayı tercih etti. Onları ıslah etmeyi başaramadığı gibi kendi kitlesinin dahi modernize olmasına yol açtı.

Güvenlik soruşturmaları ve mülakatlar da buna eklenince ortaya toplumsal tepkiye yol açacak bir hâl çıktı.

Bu hâl karşısında AK Parti’nin son seçimde aldığı oy oranı bütün seçim analistlerini şaşırtacak kadar yüksektir. AK Parti, Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyelerinde umduğunu bulamamışsa da kendi tarihinin en yüksek yerel seçim sonuçlarından birini almıştır.

Bu, kalkınma projeleri ile ilişkili olmakla birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği ve gayretine dayanmaktadır. Kalkınma projeleri hangi aşamada olursa olsun, Erdoğan’ın bu gayreti olmasaydı AK Parti, muhalefetin ve uluslar arası güçlerin istediği gibi yüzde otuzlarda çakılabilirdi.