• DOLAR 32.372
  • EURO 34.964
  • ALTIN 2325.233
  • ...

Yunanistan ve Bulgaristan gibi ülkelerin sınırları içinde kalan Müslümanlar, Osmanlı`dan kopuşla birlikte neredeyse bütün siyasî haklarını kaybettiler. Ama toplum olarak varlıklarını korumakta ısrarcı oldular. Bunun için İslam`a dayalı Medenî Hukuklarına uyma konusunda garanti istediler.

Neden Medenî Hukuk konusunda Hindistan`dan İngiltere`ye göç eden Müslümanlar da İngiliz Kraliyeti`nden benzer taleplerde bulundular, garanti istediler?
Çünkü Medenî Hukuk, doğrudan aileyi ilgilendiriyor, aile ise toplumun çekirdeğini oluşturuyor.

Onlar, bulundukları devletlerde siyasî sistemin ortağı olma güçlerini kaybettiler. Ama en azından bir toplum olarak var olmak istiyorlardı ve bu var oluş, ancak ailenin korunması ile mümkündü. Bunun için Medenî Hukukumuza dokunmayın, diyorlardı.

Medenî Hukuka dokunmanın aileye dokunmak, aileye dokunmanın da toplumlarının tükenişi anlamına geldiğini gayet iyi biliyorlardı. Madem bir toplum olarak var olma hakları vardı, öyleyse ailelerini koruyacak hukukları da olmalıydı.

Türkiye`de sekülerizme geçildiğinde Medenî Hukuk, Avrupa`dan alındı. O Medenî Hukuk, laik de olsa bütün dinler gibi aileye önem veren Hıristiyan inanıştan çok şey barındırıyordu.

O hukuk, öyle tasarlanmamışsa bile, tasarlayanların zihinsel alt yapısıyla, bir tür Hıristiyanlık ve modernizm sentezi olarak var olmuştu. Modern yönleri ile aileye zarar verse de dinî yönleriyle ailenin tamamen çökmesini de engelliyordu.

Günümüz Avrupa Birliği gerçeğinde ise modernizm sonrası Medenî Hukuk, gittikçe Marksist-Feminist sentezi bir anlayışla şekilleniyor. Bu sentez, “liberal anlayış” adı altında kılıfa büründürülüp dayatılıyor. Bu anlayış, aileyi kadın ve çocuklar için “zulüm çatısı” olarak görüyor. Aileyi bitirdikçe toplumun özgürleşeceği mantığına dayanıyor.

Dinin bittiği yerde aile biter. Avrupa Birliği`nin Medenî Hukuku dinden uzaklaştıkça aileye karşı konumlanıyor, aileyi bitiriyor ve nihayetinde toplumu bitiriyor.

Bizde ise Avrupa Birliği`ne uyum çerçevesinde Avrupa`da hukuk adına ne üretilse bir süre sonra ithal edilip uygulamaya geçiriliyor.

Söz konusu kanunlar aile yapımıza uygun mu, değil mi? Toplumsal varlığımız tehdit ediyor mu, etmiyor mu?

Bu yönde hiçbir tahlil yapılmıyor. “Avrupa Birliği müktesebatı” denip liberal ahlaksızlığın bütün kirleri yasal güvenceye kavuşturularak ailenin içine atılıyor, daha doğrusu aile, onun içine bırakılıyor.  

Dolayısıyla 2012`de çıkarılan 6284 Sayılı Kanun dâhil, aileyi ilgilendiren son dönem kanunlarının tümü, aileyi koruma değil, yıkma yönünde iş görüyor.

Bu yasalar, topluma yönelik bütün koruma kalkanlarını yok sayarak, toplumu fert fert Avrupa Birliği`ne hakim olmaya başlayan Marksist-Feminist sentezi ama liberal kamuflajlı saldırıya açık hale getiriyor.

Vaziyet o kadar kötüye gidiyor ki neredeyse hepimiz, yeni “tercüme yasalar” terk edilsin, Cumhuriyet`in ilk yıllarında getirilen eski “tercüme yasalar”a dönülsün diye yalvaracağız.

Ne mi yapılsın?

Ailenin korunması ve dolayısıyla toplumun gelecekte de var olabilmesi için Medenî Hukuk, derhâl, dışarıyla yapılan anlaşmaların dışına çıkarılmalı.

Bugüne kadar verilen tavizlerden de bir an önce vazgeçilmelidir.

Aksi hâlde yarın devlet olmak, toplum olmak bir yana aile olarak bile var olmayacağız; küresel dünyanın her biri kendi başına yaşayan, yapayalnız bireylerine dönüşeceğiz.

Bunu bugünden görmemek mümkün mü? 

Ve son söz,

Yarın en azından toplum olarak var olmak için, Medenî Hukukumuz, bize ait olmalı, bizim gerçekliğimizin ürünü olmalıdır.