• DOLAR 32.388
  • EURO 35.088
  • ALTIN 2326.612
  • ...

“Mağluplar galipleri taklit ederler.”

Bu söz sosyolojinin babası kabul edilen İslam bilgini İbni Haldun’a ait.

Ona göre toplumsal çatışmalarda sanılanın aksine mağlup olan taraf galip olan tarafa nefret değil bilinçaltında hayranlık duyar.

Bu sebepledir ki mağlup topluluk içinde bir grup galip tarafın yaşam biçimini benimseyerek, onları taklit eder; çünkü bilinçaltında ona göre bu kültürler arası bir çatışmadır ve neticede kendi kültür ve değerleri de mağlup olan taraftır.

Bu düşünceden hareketle kültürel değerlerini de değiştirip dönüştürmekte bir sakınca görmeyen bu grup, kendi toplumlarının dönüştürülmesi için de olağanüstü bir gayret ve çabanın içerisine girer ve toplumun asimile olup varlığını yitirmesine sebebiyet verirler.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Bin yıla yakın İslam medeniyeti karşısında mağlup olan Batı, neden İslam medeniyetini taklit edip benzemeye çalışmadı?

Bin yıl boyunca bize mağlup oldukları doğrudur; ayrıca bizi taklit ettikleri de… Şu farkla ki kendi inançlarını, tarih ve kültürel değerlerini koruyarak…

Hiçbir zaman bize benzemeye çalışmadılar. Kendi yaşam tarzlarını, sanatlarını, dillerini ve dinlerini muhafaza ederek bizim bilimsel gelişmelerimizi taklit ettiler. Taklit etmekle de yetinmeyip bu bilimsel gelişmeleri kendilerine mal ettiler.

Çünkü onların bir dili, kültürü ve tahrif edilmiş olsa da bir dinleri vardı. Belki de böyle bir değişime ihtiyaçları olmadığını, İhtiyaçları olan tek şeyin bilim olduğunu düşünüyorlardı.

Asırlarca gerek savaş meydanlarında gerekse bilimsel çalışmalar alanında Batıya galip geldik. Haliyle onların bizi taklit etmesi bize benzemeye çalışması gerekmez miydi?

İbni Haldun yanılıyor muydu? Öyle ya galip olan taraf bizdik…

İbni Haldun, teorisinin ikinci bölümünde bizi ilgilendiren kısmı şöyle açıklıyor:

“Toplumsal çatışmaların sonucunda devletin yapısı, kanunları ve kurumlarıyla dönüştürüldüğü bir başka etkileşim biçimi ise galibin mağlubu taklit etmesidir.”  İşte bizi ilgilendiren kısım burası.

Biz galip iken onlar bizi taklit etmemiş; aksine biz galip iken onları taklit etmeye başlamıştık.

Onlar sadece bilimsel gelişmelerimizi taklit etmekle yetinmiş, biz ise onların yaşam biçimini de taklit ederek, yüzyıllarca galip geldiğimiz, her alanda üstün olduğumuz, verici kültür konumunda olmamız gerekirken, maalesef alıcı kültür pozisyonuna düşmüş, böylelikle Batı medeniyeti karşısında mağlup olmuştuk.

Belki de yüzlerce yıl savaş meydanında bize galip gelemeyen zihniyetin bir stratejisiydi.

Belki de kültürel değerlerimizin yozlaştığını, onların yerini başka değerlerle doldurmamız gerektiğini fısıldamışlardı bize, kim bilir…

Nitekim Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Bir toplum değiştirilmek istendiğinde dili, kültürü ve sanatı hedef alınır.” diyor. Böylelikle savaş meydanlarında kısmi zararlar gören bir topluluk, kendi kültürel değerlerinin yerine başka bir kavmin inanç ve kültürel değerlerini yerleştirmekle millet olma vasfını yitirecek bir seviyeye gelebilir…

Osmanlının son dönem sadrazamlarından ve önemli devlet adamlarından biri olan ve Batılılaşma hareketlerinin tehlikesini iyi gören Said Halim Paşa: “Bugünkü geriliğimiz, varmak istediğimiz hedefin ne olduğunu bilemeyişimizin neticesidir. Milletçe yükselmek için, Batı medeniyetinden istifade etmek lüzumunu duyduk. Bu düşünce nasıl olduysa "Bunun için mutlaka batılılaşmamız gereklidir" gibi bir yanlış kanaat doğurdu. İşte bütün gayretlerimizi faydasız ve güdük bırakan en esaslı yanlışımız bu olmuştur.” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyordu.

“Tek kurtuluşun İslamiyet'te bulunduğundan asla şüphe edilemez. Müslüman milletler, ahlâk, cemiyet ve siyaset bakımlarından gittikçe daha çok Müslümanlaşmaya istek göstermelidirler…

Bu seçkin ve yüce gaye, İslam cemiyetlerinin ahlâkî ve fikrî en son gelişmesini sağlayacak; fikirleri komünizm, nihilizm, anarşizm gibi birçok zihnî geriliklere düşmekten alıkoyacak; milletlerimizin devamlı olarak ilerleme ve yükselmesini temin ederek, onları geriliklerden koruyacaktır...”