• DOLAR 34.704
  • EURO 36.734
  • ALTIN 2955.816
  • ...

Bir medeniyet düşünün ki doğusu ve batısı arasında yaklaşık 8 bin km. olsun.

Bir medeniyet düşünün ki hiçbir iletişim aracının olmadığı bir zamanda ve sizden bin sene önce doğmuş olsun.

Bir medeniyet düşünün ki tüm imkânsızlıklara rağmen doğusuyla batısıyla ekonomik, kültürel ve bilimsel anlamda aynı anda gelişmiş olsun.

Ve bir medeniyet düşünün tek rakibi yine kendisi olsun.

Bütün bunlar nasıl olmuştu…

Çölde kum ve hurma ağaçlarından başka bir şey görmemiş bu insanlar nasıl olmuştu da bir medeniyetin kuruluşuna öncülük etmişti.

Bunun cevabını bulmak için 610 yılına gitmek gerekiyor. Henüz tek başınayken ve savunmasız bir durumdayken bile ‘O’na(sav) verilen ilk emre bakmak gerekiyor.

Neden ‘O’na(sav) tüm emirlerden önce ilk olarak ‘’İKRA’’ emri verilmişti?

Hiç şüphe yok ki eğer ‘’İKRA’’ sözcüğünden daha güçlü, daha büyülü bir silah olsaydı Allah(cc) onu emrederdi.

Belki de ilk emir ‘’İKRA’’ emri olmasaydı bugün bizler bu muhteşem medeniyetten söz ediyor olamayacaktık; çünkü bir din merkezine neyi alıyorsa güzergahı da o olacaktır.

Bu sebeple medeniyetimizin; nasıl olur da doğusu ve batısı arasındaki fiziksel ve kültürel mesafeye rağmen, tüm yönleriyle eşgüdümlü ve dinamik bir gelişim sahasına dönüştüğünü daha iyi kavrayabiliriz.

Şimdi ‘İKRA’ sözcüğün büyüsünü biraz daha iyi anlamak için Endülüs’e bakalım.

Yaklaşık 800 yıl İber yarım adasına hükmetmiş olan İslam medeniyetinin en batısı olan Endülüs denince aklınıza Tarık bin Ziyad'tan başka komutan geliyor mu?

Neden Endülüs denince ilk olarak aklımıza her şeyden önce sanat, edebiyat ve bilimsel gelişmeler geliyor?

Neden Endülüs denince aklımıza savaşlar veya ordu komutanlarından ziyade; İbni Rüşd, Kurtubi, İbni Hazm, İbni Tufeyl, Muhyiddin İbnü'l-Arabî,  Zehravi, el-Mecriti ve sayısız bilgin ismi geliyor?

Aynı durum medeniyetin merkezi ve doğusu için de geçerliydi.

Bu dönemin bilgin ve alimleri; o dönemin siyasi figürlerinden daha fazla akılda kalmış, ün ve şöhretleri bu siyasi figürlerin çoğundan daha öteye geçmiştir.

Çünkü dönemin bilginleri ‘ilim Çin’de dahi olsa gidip alınız’ hadisi uyarınca hareket etmiştir. Bu hadis doğrultusunda hayatlarını dizayn edip bu hadis uyarınca mücadele etmişlerdir.

Batlamyus, Öklid, Pisagor, Hipokrat, Galen ve sayısız bilim insanının kitaplarını okumuş; ancak okuduğuyla yetinmemiş, bu yazılanları ilerletmiş ve çoğunun yanlışlarını düzelterek günümüz dünyasını aydınlatmışlardı.

Bu âlimlerin tamamına yakınının dini ilimlerin yanında tıp, astronomi, matematik, edebiyat, şiir, müzik, fizik, kimya, mekanik vb. bütün bilim dallarıyla da ilgilenmiş olmaları da ayrıca düşündürücüdür. Adeta bize ‘Âlim bilgi biriktiren ve bildiğini nakleden değil; okuduğunu, kendi zamanına göre değerlendirip bir bilgi sistematiği ortaya koyan kişilerdir’ der gibiydiler.

İlginç olan ise günümüzün modern dünyasına ışık tutan bilimsel gelişmelerin temelini atan bu insanların büyük bir kısmının medrese çıkışlı olmasıydı. Neticede denilebilir ki; günümüz insanları bütün bu teknolojik gelişmeleri İslam âlimlerine borçludur.

Oysaki günümüzde din, gerilemenin sebebi olarak gösterilmeye çalışılıyor.

Bu durumu Prof. Dr. Fuat Sezgin şöyle açıklıyor:

"… Din, bilimi teşvik etti. Bugün Müslümanlara düşen görev, tarihlerini çok iyi bir şekilde ortaya koymaktır. Gerileyişin nedeni din değildir. Başka tarihi sebepler var. Müslümanları yanlış düşünce ve komplekslerden kurtarmak lazım. Müslümanların kimya, fizik, tıp, sosyoloji ve tarih alanında ortaya koyduklarını, kimse bilmiyor…’’

Bilinmelidir ki;

Bugün İslam halkları açısından ‘Okuma İradesi’ni ortaya koyabilmekten başka çıkar yol görünmemektedir.

Çünkü İslam, ilk emri olan ‘Oku’mayı her şeyin üstünde tutmuştur.

Çünkü İslam, bir organizasyon sıfatıyla beynini ve kalbini ‘Oku’maya teslim etmiştir.