KREDİMİZ SIFIR OLSUN
Günümüz finans işleyişinde borç-karz-kredi çok önemli bir yer tutar.
Kur’an’da zikredilen karz ile tedavülde olan kredi lafzı aynı kökene sahiptir. Yani karz ve kredi aynıdır. Paranın ticaret ve yatırım dışında el değiştirmesine “kredi-karz” denir.
Karz-kredi, sorunu günümüzde tam olarak çözülebilmiş değildir. Ve bu konu çözülmeden verimli, düzenli, oturaklı bir iktisadi düzenin kurulması mümkün değildir.
Müslüman iktisatçıların haklı olarak vurguladığı faizsiz sistem, mutlak anlamda ilkesel bir değerdir. Ancak bunun bir sistem olarak işlemesi farklı bir şeydir. Bunun için atılması gereken daha birçok adım vardır.
Her türlü borç ilişkisi kural olarak kötü bir ilişkidir. Faizli olanı ise kelimenin tam anlamıyla berbattır. Fakat diğer borç ilişkisi olan karz-borç da kötüdür. Çünkü karz-kredi, kırmakla alakalıdır. Ayrıca her türlü kredi-karz insanı borçlu-medin duruma düşürdüğü için özgürlüğü kısıtlar. Hak Teâlâ insanların sadece kendisine borçlu olmasını ister.
Kredi-karz-borç ilke olarak kötüdür. Çünkü faizle olursa insanın kişiliğini ve malını kırar. Faizsiz borç olursa insanın kişiliğini rencide eder. Bu nedenle Kur’an karzı-krediyi mutlaka “hasen-güzel” vasfıyla birlikte zikretmiştir. Hasen’in zıddı da zorluk ve çirkinliktir.
Bu manada karz da kredi de kötüdür. Ancak bazı istisnai şartlarla güzelleşebilir. Ve kabul etmek lazım ki bunun güzelleşmesi çok zordur. Çünkü enflasyonun olduğu bir ortamda borç ilişkisi her türlü faize bulaşır. Şöyle ki 100 lirayı yıllık %10 faizle alan biri bir yıl sonra bunu 110 lira olarak geri verecektir.
Bunu karşılıksız borç olarak veren biri yıllık enflasyonun % 10 olduğu bir ortamda 100 lirayı bir yıl sonra reel değerle 90 TL olarak geri alacaktır. Ve dikkat edilirse her türlü bir mağduriyet vardır. Kur’an, “anaparanız sizindir ne mağdur edin ne de mağdur olun” (Bakara:279) buyurur. Lakin enflasyon ortamında bu mümkün değildir. Çünkü enflasyon da bir tür faizdir. Bu noktada İslam iktisatçılarının ilkesel söylemlerinin pratiğe dönüşüp sistem olması gerekir. Aksi takdirde insanlar “ne yapalım başka çare yok” tarzı gerekçelerle kendilerine fetva çıkarırlar.
İslam fıkıhçılarının ortaya koyduğu “seddi zerayi” kavramı vardır. Bu kavram “gerekçeleri ve bahaneleri ortadan kaldırmak” anlamına gelir. Bir yanlış yapıldığı zaman en ufak bir bahane, bir gerekçe ileri sürülebiliyorsa ortada bir sistem ve icraat sorunu vardır demektir.
İşte bu noktada kredi konusunun doğru, ilkeli ve sistemli ama dar bir çerçeveye oturması gerekir. Aksi takdirde bu konudaki itirazlar reel hayatta karşılığı olmayan sadece bir değer ve öğüt hükmünde kalır.
Kredi derecelendirme kuruluşları var. Yani birine kredi verirken onun notu vardır. Bireylerin de sicili vardır. Bu da borç-kredi-karz ilişkisinin ekonomik faaliyetin temeli olduğu algısını oluşturuyor. Oysa borç bir istisnadır. Ekonomik faaliyetin bir parametresi değildir. Sadece işin görülmesi içindir. Fakat kapitalist liberal sistem borcu ve borçlanmayı esas alıyor.
Tabi ki ticari itibar önemlidir. Dürüstlük ve vefa şarttır. Ancak bunlar kredi notu kavramından farklıdır. Bu nedenle ticari itibar zirvede kredi notu da sıfır olsun. Çünkü ticari itibar üretim ve bereket kredi notu sömürü demektir.
Üretim yerine tüketimin teşvik edildiği yerde ya enflasyon ya da faiz kaçınılmazdır. Bu nedenle borçla alışveriş olsun ama alışveriş krediyle olmasın. Faizle borç al harca değil, borçla al öde…
Önce üretim çarklarının dönmesi gerekir. Tüketim buna göre şekillenir. Doğada önce ürün biter, sonra canlılar bunu yer.
Kredi notu yerine ticari itibar ticaret sicili önemlidir.
Borç-kredi temel parametre değildir.
Üretim ve ticaret esastır.