Bazen ortalıkta kalmak iyidir
Bugün az çok aklı eren herkes stratejiden bahsediyor. Kutuplardan, eksenlerden söz ediyor. Denge politikası mı bir tarafa meyletmek mi? Meyledilirse hangisine meyletmeli? Bu tür sorular Suriye’de İdlip’te yaşananların da etkisiyle neredeyse gündelik konular haline gelmiştir.
Dünyada eksenler ve kutuplar var. Bunlar Doğu ve Batı diye isimlendiriliyor. Bir de bu ikisinden ayrı olarak vasat olma vasfı var.
Ortada olmak iki ucun iki kutbun ortasında yer almaktır. Ama bunun için güç ve enerji sahibi olmak gerekir. Bir cazibeye sahip olmak lazım gelir. Fakat mevcut haliyle İslam âlemi bugün bu vaziyette değildir. Ama buna doğru süratle ilerliyor.
Çünkü İslam âlemi bugün ortalıkta bırakılmış vaziyettedir. Belki bu tabir ağır karşılanır. Ama durum böyledir. İslam âlemini ortalıkta bırakanlar Müslümanların onurunu kırmak istiyor. Yani onlara göre Müslümanlar yönetilmeye bile layık değiller. Sadece kendi kendileriyle uğraşsınlar, kimseye bulaşmasınlar yeter. Son dönemdeki tavırları, anlayışlarının bu olduğunu gösteriyor.
Mesela mülteciler ortalıkta kaldı.
Türkiye ortalıkta bırakılmak isteniyor.
Pakistan da öyle…
Batısıyla Doğusuyla hâkim dünya güçleri İslam âlemine ortak nazarıyla bakmıyor. Hatta sömürülmeye değer bir yer olarak dahi bakmıyor. Amerika’da kaya gazı çıkınca Suudi Arabistan dahi stratejik önemini kaybetti. Bu manada Suudi bile ortalıkta bırakıldı. Gerisini varın siz düşünün.
Bugün İslam âlemi ne bağımsız hareket etmesine izin verilen ne de müttefik ve ortak kabul edilen pozisyondadır. Bunun anlamı şudur; İslam âlemi ortalıkta bırakıldı.
Türkiye bile denge politikasıyla buraya kadar gelebildi. İdlip gösterdi ki Rusya Türkiye’yi çok düşük profilli bir ortaklığa mahkûm etmek istedi. Amerika ve NATO Türkiye’ye destek vermedi. Ve bütün bunlar bir tür “ortalıkta bırakılma” stratejisini ifade ediyor.
Hakikat nazarında bakılırsa bu, umut verici bir gelişmedir. Çünkü bazen ortalıkta kalmak orta olmanın, vasat olmanın yolunu açıyor. Sonuçta vasat olmak orta olmaktır. İki uçtan, iki kutuptan değil de denge noktasında yer almaktır. Ve belki de ortalıkta kalmak orta yolu açacaktır.
Türkiye’de şu anda ne NATO’culuk ne de Avrasya’cılık bir çıkış yolu olarak kabul görmüyor. Her iki tarafın kâhyaları “bakın işte ortada kaldık, ortalıkta bırakıldık” diye felaket tellallığı yapıyor. Ama aslında bu yeni bir şans yani bir ruhtur. Ortalıkta kalmanın, ortalıkta bırakılmanın bir dinamiği vardır. Ortada bırakılmak arayıştır, yöneliştir. Baksanıza ortalıkta kalan mülteciler Avrupa’da Osmanlı akın(cı)ları kadar korku salıyor. Ortalıkta kalmanın nasıl böyle bir gücü ve etkisi olur? Çünkü Hak Teâlâ ortada bırakılanların Mevla’sıdır. Onlara bir güç ve enerji bahşeder.
Ve ortada bırakılmak, orta bir güç olmanın güzel işareti olabilir.
Türkiye ortada bırakıldı, ortalıkta terk edildi. Ama bu, aynı zamanda vasat olmasının da yolunu açacaktır.
Vasat-orta ümmet, olmanın yolu belki de ortalıkta kalmaktan geçer. Ortalıkta bırakılmak istiklal değilse bile bir tür azat olmaktır.
Bir köle, efendisinden azat olduğunda bir süre ortalıkta kalır ama sonra düzenini kurar.
“O harıl harıl koşanlara, Derken bir topluluğun ortasına dalanlara yemin ederim ki…” (Adiyat:1-5)
İşte böyle ortalıkta kalanlar, kendilerini merkez, kutup, dünyanın tepesi kabul edenlerin ortasına dalıyor. Hem de silahsız tamamen masum ama yine de çok etkili oluyorlar. Çünkü ortalıkta kalanların kaybedecek bir şeyleri yoktur. Bu da onların en büyük silahı oluyor.
Genelde İslam âlemi, özelde bu topraklar, ortada kalmanın hakkını verecektir. Ortalıkta bırakılmanın bedelini ödetecektir.
Ve hâkim dünya sisteminin ortalıkta bırakma stratejisinin ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel şok edici sonuçları olacaktır.
Hep birlikte bekleyip görelim…