Ülkemizin geçmişte büyük sıkıntılar çekmiş olduğu siyasi girdabından, istikrarsızlıktan kurtulma adına, cumhurbaşkanlığı başkanlık sistemiyle; bunalan, yorgun düşen Ankara'nın Çankaya'sına yeni bir pencere açılması demekti.
Ali cengiz oyunlarıyla, fırıldakçı siyasetçi anlayışının manevra alanları daralıp, geleceğe dair umutların daha diri kalması demekti.
Elli artı bir çoğunluğu elde etmek için ittifakların oluşması, kaçınılmaz bir durumun sonucu olarak ortaya çıkıyordu.
İlk olarak Cumhur İttifakına bakacak olursak;
AK Parti, MHP, BBP, HÜDA PAR, Yeniden Refah'ın gelmiş oldukları siyasi yelpazeye baktığımızda 'Şüphe, istisna, itimat esastır.' öngörüsüne yakın duran toplumun, ümmetin menfaati, felahı ve maslahatı için çizgilerini belirlemede, fikir birlikteliklerinde ,1970'li yıllardan beri aynı sofrayı paylaştıkları, aynı membadan beslendikleri, tezat olmayan bir şekilde karşımızda duruyor. Tabi ki yüzde yüz her konuda aynı düşüncelere sahip olmalarını beklemek doğru ve adil olmayan bir beklentidir.
Benzerlikleri, benzememezliklerinden daha ağır basıyor terazide.
Diğer tarafta ise CHP, İYİ, DEVA, GELECEK, SAADET, [HDP] ise benzememezlikleri, benzerliklerinden tonaj olarak ağır basıyor.
Ne terazi ne baskül ne de kantar tartabiliyor bu birlikteliği.
Ülkeyi sözde monarşiden kurtarayım derken tek partili döneme geçiren, demokrasi anlayışında AÇIK OY, GİZLİ TASNİF'i barındıran, ecnebiye aşık olmayı marifet sayan, kendi ananelerine, mukaddesatlarına hep savaş açmış bir CHP.
Öbür tarafta kendi içerisinde birçok ittifak barındıran, müsbet milliyetçilik ve muhafazakarlığın özünü kavrayamamış, nazlanmayı seven, yaşlanmış siyasetçilerin, Sayın Erdoğan'a hırçınca düşman, çorbası dökülmüş makyavelistlerin menzili İYİ Parti.
Kırk yılı aşkındır kendilerini Kürtler'in tek temsilcisi görüp, savaş baronlarına gıkı çıkmayan, Kürtler'in en küçük hakkını bile savunmada aciz kalmış, kendi celladına aşık olmuş, Kürtler'in varlığını içine sindirememiş, kendilerini faşist diye nitelendirenleri meclise taşıma maharetinde bulunan HDP.
Bir de yumuşak, tatlı simasına mı kandık acaba Babacan Efendinin.
Ey efendi! İyilikle anılmak istiyorsan bu dünyada
Aldanma hiçbir zaman ne mala ne de makama.
He ya, fena fil zannetmiştik Davutoğlu Hocayı harbiden. Yunus' tan, Mesnevi' den döktürürdün ya dizeleri, ne de 'Ana rahminden indik pazara, bir kefen aldık dönüyoruz mezara' derken.
Sahi ya, Temel Amca sen ne ararsın dolambaçlı masalar etrafında.
Al tesbihini eline, ara saadeti zikir halkalarında ömrünün son demlerinde.
Oysa ki savunmuş olduğunuz ideallere bağlı kalarak bilgi ve birikimlerinizi deneyimlerle harmanlayarak topluma fayda sağlayacak politikalar üreterek 'habbeyi kubbeye kurban etmeden, bir pire için yorgan yakmadan' başka denizlerde avlanmayı bırakarak tarihin sayfalarında iyilik ve güzellikle anılmak varken yazık etmiyor musunuz kendinize?
Kitabı ortasından okumadan uluslar ötesi güç odaklarının etkisinde kalmadan izzet ve erdemi kuşanarak 'gülü seven dikenine katlanır' deyimine kulak kabartıp umudun ve ışığın yönünde sağlam adımlarla yürüyebilirdiniz.
Gidilen yolda yanlışlıkların olabileceği sebebiyle istişareyi kalkan göreviyle kullanabilip ders ve ibretler çıkararak beklentileri karşılıksız çıkarmamalıydınız oysa?
Nefs ve enaniyetimizin okşanmasına aldanmayıp ihtiraslardan kurtulup bencil tutkuların tutsağı olmadan Akif'in feryadına kulak verip 'Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı' dizesini düşünerekten mutluluğu, muhabbeti başka mahallede değil de kendi mahallesinde aramalı değil mi?
İktidarı, gücü elde etmek adına bu kadar omurgasız ve müphem olmaya gerek var mı acaba?
Zafer üstün gelmede değil, duruşunu bozmadan istikamet üzere kalabilmektedir diyenlere selam olsun…
Abdullah serékaniyé