Telefonlarımıza her yeni uygulama yüklediğimizde (bir oyun, bir harita, bir sosyal medya platformu ya da bir fotoğraf düzenleyici) bizi cezbeden tek bir kelimeyle karşılaşırız: “Ücretsiz.”
Kullanım koşullarını okumadan kabul eder, hiçbir ödeme yapmadan tam bir hizmet aldığımızı düşünürüz. Ancak bu “ücretsiz” görünümün arkasında çok daha farklı bir ekonomik gerçek vardır: Eğer bir ürün için para ödemiyorsanız, aslında ürün olan büyük ihtimalle sizsiniz. Bu durumda fatura, doğrudan fark etmediğimiz başka bir yerden kesilir.
Görünürde bedava olan uygulamalar, dijital ekonominin yeni yüzünü ortaya çıkarıyor. Hizmetin maliyeti, mahremiyetinizden, dikkatinizden ve günlük yaşam verilerinizden karşılanıyor. Bu veriler, teknoloji ve reklam şirketlerinin kontrol panellerinde ticari değerlere dönüşüyor. Dolayısıyla uygulama mağazasındaki “ücretsiz” etiketi, aslında şu soruyu beraberinde getiriyor:
Bu kez neyle ödeyeceğim?
Dünya, bugün devasa bir reklam ekonomisinin merkezinde bulunuyor.
Statista’nın yayımladığı son tahminlere göre dijital reklam harcamaları yükselmeye devam ediyor ve bu yıl sonunda 1,17 trilyon dolara ulaşması bekleniyor. Bunun %73’ü dijital reklamlardan geliyor. Aynı rapor
Dijital kanalların tüm reklam yatırımlarının %72,7’sini oluşturduğunu,
Mobil reklamcılığın en büyük paya ulaştığını,
Programatik reklamların dijital bütçelerin %82’sine denk geldiğini ortaya koyuyor.
Dijital Reklam Pastasının Dağılımı
The Keyword platformunun 2024 sonu raporuna göre
2024 yılında dijital reklamların toplam reklam gelirlerinden alacağı pay: %73
2025 tahmini: %80’in üzerinde
Ayrıca Google, Amazon, Meta, ByteDance ve Alibaba gibi şirketlerin tek başına pazarın neredeyse yarısını kontrol ettiği belirtiliyor. Bu durum, ücretsiz uygulamaların sadece hizmet sunan araçlar değil, aynı zamanda küresel reklam ekonomisinin ana omurgası hâline geldiğini gösteriyor.
Uygulamalar Ne Satıyor?
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) raporlarına göre veri, makineler ve binalar kadar değerli bir ekonomik varlık hâline gelmiş durumda. Günlük dijital davranışlarımız—arama geçmişimiz, alışverişlerimiz, ziyaret ettiğimiz yerler, takip ettiğimiz sayfalar—şirketlerin işleyip reklam piyasasına sunduğu bir tür ham maddeye dönüşüyor.
Sosyal medya uygulamaları: İlgi alanları, sosyal bağlantılar, içerik izleme süresi
Harita uygulamaları: Ev–iş trafiği, konum hareketleri
Alışveriş platformları: Tüketim alışkanlıkları, fatura tutarları, yoğun saatler
Bu veriler işlenerek belirli kullanıcı gruplarını son derece hassas şekilde tanımlayan segmentlere ayrılıyor. Reklamverenler ise bu gruplara “erişim” satın alıyor.
OECD’nin 2024 tarihli “Yapay Zekâ, Veri Yönetişimi ve Mahremiyet” raporu, verilerin artık yalnızca teknik değil; ekonomik, politik ve sosyal bir mesele olduğunu vurguluyor.
Yapay zekânın yükselmesi, veri gizliliği konularını daha karmaşık hâle getiriyor ve daha güçlü kurallar ile toplumsal güven ihtiyacını artırıyor.
WhatsApp Örneği: Ücretsizliğin Dönüşümü
Yıllarca reklamsız bir iletişim aracı olan WhatsApp, Meta’nın Haziran 2024 açıklamasıyla ilk kez reklamlara yer vereceğini duyurdu.
Reklamlar “Güncellemeler” sekmesinde durumlar ve kanallar arasında gösterilecek.
Meta, özel mesajların uçtan uca şifreli kalacağını açıkladı.
The Verge’e göre reklamlara yönelik hedefleme:
Ülke
Dil
Takip edilen kanallar
Etkileşim türü gibi sınırlı veriler üzerinden yapılacak.
Bu modelde uygulama hâlâ ücretsiz; fakat kullanıcının uygulamada geçirdiği süre satılabilir reklam birimlerine dönüştürülüyor.
“Veri İşçisi” Olarak Kullanıcı
Ortaya çıkan temel sorun şu: Şirketler bu veriler üzerinden milyarlar kazanırken, bu verileri üreten kullanıcılar bunun değerini bilmiyor ve doğrudan pay almıyor.
Bu nedenle bazı akademisyenler kullanıcıları “ücretsiz veri işçileri” olarak tanımlıyor. Çalışma saatleri: Uygulamalarda geçirdikleri zaman, ürettikleri ürün: Davranış verileri
OECD araştırmaları, veri kullanımına yönelik toplumsal güvenin düşük olduğunu ve gizlilik ihlallerinin kullanıcıların dijital platformlara bakışını etkilediğini belirtiyor. “Güvenle serbest veri akışı” ilkesi ise sınır ötesi veri dolaşımının ancak güçlü güvenlik önlemleriyle mümkün olması gerektiğini savunuyor.




