Türkiye artık yalnızca ekonomik darboğazlarla ya da siyasi gerilimlerle değil, sokak ortasında yaşanan bıçaklamalar, mafya hesaplaşmaları ve silahlı saldırılarla da anılıyor. Her gün ekranlara düşen bu haberler, toplumun sinir uçlarını köreltmekle kalmıyor; şiddeti olağanlaştırıyor, genç kuşaklara da “güç” adı altında yozlaşmış figürleri rol model olarak sunuyor. Ne yazık ki, bu karanlık tabloya karşı etkili bir toplumsal refleks geliştirilemiyor. Yapılan polisiye operasyonlar da sadece olayın bir yönünü hal ediyor. Soruna ne yazık ki köklü bir çözüm sunmuyor.
Şiddetin bu denli yaygınlaşması, bireysel öfke patlamalarıyla açıklanamaz. Bu, adaletin zedelendiği, gelir uçurumunun derinleştiği, eğitimin niteliksizleştiği ve ahlaki değerlerin sistematik biçimde aşındığı bir düzenin sonucudur. Mafya yapılanmaları, sadece yasa dışı faaliyetleriyle değil, aynı zamanda medya eliyle parlatılan “karizmatik” imajlarıyla da gençlerin gözünde cazip hale geliyor. Bu durum, devletin otoritesini ve toplumun değer yargılarını doğrudan tehdit ediyor.
Medya ise bu çürümüşlüğün en büyük taşıyıcısı haline gelmiş durumda. En küçük bir tartışma, en mahrem meseleler, reyting uğruna ekranlara taşınıyor. Gündüz kuşağı programlarında ahlaki sınırları zorlayan ilişkiler, toplum önünde didik didik edilerek hem bireysel mahremiyet ayaklar altına alınıyor hem de çarpık ilişkiler normalleştiriliyor. Bu yayınlar, halkı bilgilendirmek yerine toplumu çürütüyor; gerçek sorunların üzerini örtüyor, dedikodu kültürünü besliyor. Oysa medya, halkın aynası değil, pusulası olmalıydı.
Medya, filimler ve diziler toplumsal ahlaka habire saldırıyor. Adeta ona savaş açmış durumda. Her türlü rezilliği sanat adı altında toplumun üstüne boca yapıyor.
Bu yozlaşmanın önüne geçmek için sadece polisiye tedbirler değil, köklü bir zihniyet dönüşümü gerekiyor. Eğitim sistemimiz, sadece sınav odaklı değil; ahlaki ve manevi temelleri güçlü bireyler yetiştirmeye odaklanmalı. RTÜK gibi kurumlar, göstermelik cezalarla değil, gerçek denetimle medya kirliliğine dur demeli. Mahalle bazlı gençlik merkezleri, manevi rehberlik sağlayan yapılar ve sosyal dayanışma ağlarıyla gençler yeniden topluma kazandırılmalı. En önemlisi de, medyada sunulan rol modeller değişmeli: Mafya özentileri değil, dürüst, çalışkan ve erdemli insanlar ekranlarda yer bulmalı. Ahlaki yapımız dine dayandırılarak toplumun maneviyatı güçlendirilmeli. Bütün kurum ve kuruluşlar bu çerçevede yeniden yapılandırılmalıdır.
Bugün ekranlarda parlatılan her çarpık ilişki, her şiddet sahnesi, yarının toplumuna atılan bir zehirli tohumdur. Bu tohumları temizlemek, sadece yönetenlerin değil, hepimizin sorumluluğudur.
Bir toplumun huzuru, sadece güvenlik kameralarıyla, polis devriyeleriyle ya da cezai yaptırımlarla sağlanmaz; asıl huzur, kalplerde yer eden takva, vicdanlarda yeşeren adalet duygusu ve hayatın her alanına sirayet eden ahlaki sorumlulukla mümkündür. Zira Kur’an’ın ifadesiyle, “Bir kavim kendini değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez” (Ra’d, 11). Bu nedenle gerçek güvenlik, kameraların değil, kalplerin gözetiminde başlar; adaletin terazisi mahkemelerde değil, vicdanlarda dengede tutulur. Unutulmamalıdır ki, bir toplumun selameti, sadece kanunlarla değil; imanla, merhametle ve ahlakla korunur.